Haziran 29, 2010

ÇILGIN BİR İÇ SAVAŞ/ RİFAT SERDAROĞLU 29.06.2010

Bu günden yıllar evvel bir konuşmasında Fethullah Gülen, “İdareyi ve Yargıyı ele geçirmeliyiz” diyordu.
Bu açıklamanın hemen ardından Fethullah Gülen’in Üniversiteye hazırlık kursları ülkenin dört bir yanında açıldı. Ve bu dershaneler sadece Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakültelerine öğrenci sokmayı hedeflediler, başarılı da oldular. 1980 lerin sonunda bu üniversitelerde kendi görüşlerine uygun yetiştirilmiş gençler ağırlıktaydı.
Bu günde sık sık değindiğim gibi, İçişleri ve Adalet Bakanlığının genç kadroları çok büyük oranda bunların eline geçmiş bulunmaktadır.
İşte örneği, Kırıkkale Valisi.
İşte örneği, Emniyetteki F Tipi yapılanma.
İşte örneği, Ergenekon İddianamesi gibi inanılmaz bir eseri meydana getiren Savcılar.
İşte örneği, Kaçma veya delilleri olanağı bulunmayan insanları yıllardır hapishanelerde çürüten Hakimler.
İşte örneği, Cemaat soruşturması yaptı diye başına gelmedik iş kalmayan Başsavcı Cihaner.
İşte örneği, F Tipi örgütlenmenin iki as elemanını görevden alan Ankara Emniyet Müdürü’nü tutuklayan yargı mensupları.
Peki bu tutuklama kararını veren kim?
Genelkurmaya ait kozmik büroyu arayıp, 7 gün 7 gece büronun her yerini didik didik  eden kişi.
Fakat bu gözüpek  Savcılar, 1925’te  Türkiye Musul meselesi ile ilgilenmesin diye İngilizler tarafından örgütlenen(Bu bilgi, İngilizlerin arşiv belgesidir) Kürt isyanının lideri, İngiliz casusu Şeyh Sait’i anma törenlerini görmüyorlar.
Sabah akşam bazı medya gruplarından yapılan ve yargıya müdahale niteliğindeki yayınları duymuyorlar, okumuyorlar.
Anayasa’nın 174. Maddesini yok farz eden, orta çağ kalıntısı tarikatları da görmezden geliyorlar.
Kısaca, asli görevlerini unutmuş sadece neferi oldukları bir savaşın mücadelesini veriyorlar.
Bu, devlet gücünün, adli mekanizmaları n çok kötü biçimde kullanıldığı bir iç savaş.
Ama unutmayalım ki, hiçbir gece sonsuza kadar sürmez…

Haziran 13, 2010

RECEP BEY KADERE BAK YİNE KEMAL??????

Sayın Recep Bey…

2002-2010: Tam 8 senedir AKP iktidarda ve siz başbakansınız…
Yüzde 47 gibi rekor bir oyla iktidara gelmişsiniz…
Tarikat'tan desteklisiniz..
Sermaye'den desteklisiniz….
Yandaş basın'dan desteklisiniz…
ABD'den desteklisiniz…
Din sömürücülerinden desteklisiniz…
“One Minute”'ten desteklisiniz…
AB'den desteklisiniz… Kısacası iktidarda kalmak için “desteklisiniz”…
Değiştim dediniz!. Ama hepimiz biliyoruz ki aslında hiç de değişmediiniz!
Eskiden demokrasi sizin için araçtı, şimdi de öyle!
Eskiden “hem laik hem Müslüman olunmaz derdiniz, şimdi de bu düşüncedesiniz!”
Eskiden şeriat devleti özlemi içindeydiniz, çağdaş cumhuriyetle ve Atatürk’le kavgalaydınız, şimdi de öylesiniz!
Eskiden, yüzünüzü hep doğuya dönmekten yanaydınız, görüyoruz şimdi de öylesiniz!
Eskiden Arap severdiniz, şimdi de öylesiniz!
Eskiden “Türk” sözünü kullanmazdınız, şimdi de öylesiniz!
İtiraf edin… Siz aslında hiç değişmediniz…
Bir taraftan halkçı görünürken, gece kondu da iftar açarken, seçim önceleri varoş ziyaretleri yaparken, konuşmalarınızda “hamdolsun” derken, kıldığınız namazları halkın gözünün içine sokarken halkçı görünüdünüz, ama diğer taraftan öfkelendiğinizde aslında hiç de halkçı olmadığınızı gözler önüne serdiniz:
Halka: “Ananı da al git” dediniz…
Şehitlere “Kelle”, Bölücübaşına “Sayın” dediniz….
Hızınızı alamadınız, “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” dediniz…
Yetmedi, ölen maden işçilerinin acılı yakınlarının gözlerinin içine bakarak, “Kader” dediniz….
Dahası, oğlunuza gemicik, karınıza hastane, yakınlarınza villalar kazandırdınız…. Yetmedi kişisel servetinize servet kattınız….
Kürsüye çıktığınızda, bağıra, çağıra, haklı olduğunuzu anlatmaya çalıştınız….
Bu ceval tavrınız size oy da getirdi…. Ama ölçüyü kaçırdınız….


İtiraf edin! Gelecek seçimlerdeki hedefiniz, hayatınızın amacı olan KARŞI DEVRİMİ gerçekleştirecek son hamleyi yapmaktı:
Şimdiye kadar:
Babalar gibi sattınız!
Üretimi bitirdiniz!
Çiftçiyi, esnafı tükettiniz…
Yüzde 47′ye güvenerek sizin gibi düşünmeyen çoğunluğu ezdiniz!
TRT’yi ele geçirdiniz…
Basını ele geçirdiniz…
Üniversiteleri ele geçirdiniz…
Cumhurbaşkanlığını ele geçirdiniz…
Sivil toplum kuruluşlarına darebe vurdunuz…
İşçileri perişan ettiniz…
Size direnen iki temel kurum; CHP ve Anayasa Mahkemesi’ni de ele geçirmek için ANAYASA’yı değiştirmeye kalktınız…. İtiraf edin, amacınız “daha demokratik bir anayasa” değil, daha AKP’ci bir anayasa yapmaktı….


Bu son hamlenizdi… Anayasa değişkliğiyle bilinç altınızdaki KARŞI DEVRİM projesinin önünedeki en önemli iki engeli de ortadan kaldırarak hedefinize ulaşmayı umuyordunuz….


Ama KADER işte….
Nasıl da değişti herşey bir haftada…
Bir kaset…
Bir istifa…
ve bir KEMAL….

BURASI TÜRKİYE…. İMKANSIZ ZAFERLERİN ÜLKESİ TÜRKİYE….
Tam “İşte oldu!” dediğiniz sırada nasıl da tepetaklak oldunuz Sayın Recep Bey….

Kadere bakın ki aylardan yine MAYIS, günlerden yine 19…
Kadere bakın ki, uykularınız kaçıran adamın adı yine KEMAL…

NE diyelim KADER işte!…

Burası Türkiye Recep Bey…. Burada KEMALLER asla tükenmez!…

SİNAN MEYDAN

Haziran 06, 2010

YOLUN SONU GÖRÜNÜYOR/ RIFAT SERDAROĞLU – 06.06.2010

Bu başlıkla yazdığım üçüncü yazı bu. Bu isim, büyük  halk ozanı Musa Eroğlu’nun şahane eserlerinden birinin adıdır. İnsanın  kendisine biçilen ömrün sonunda mutlaka tadacağı “ölüm” karşısındaki çaresizliğini çok usta bir şekilde anlatır.
Bu dünyanın direği yok,
Merhameti yüreği yok,
Kılavuzun gereği yok,
Yolun sonu görünüyor…
Bu fani dünyada her şeyin bir sonu vardır. Sultan Süleyman’a bile kalmayan dünya kime kalacak ki? Herkes geldiği gibi gidecek.
“Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünün bazı yerlere yazılmasını “İlkellik” sayan,
Arapları Türklerden fazla seven bir Cumhurbaşkanı,
Demokrasi benim için araçtır  amaç değil, davam için papaz elbisesi bile giyerim deyip, Hamas’a poster olan Başbakan,
2001 yılında yazdığı “Stratejik Derinlik” adlı kitabında  Irak’ın üçe bölünmesi gerektiğini söyleyen, son olarak da ellerinde binlerce vatan evladının kanı bulunan Barzani’ye “Kak” yani “ağabey” diyen Dışişleri Bakanı ve
Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk ve yoksullukları nı  millete yaşatan, ülkenin borçlarını ikiye katlayan ve tüm değerlerini yok pahasına satan AKP iktidarıyla son senemize girdik.
Geçtim dünya üzerinden,
Ömür bir nefes derinden,
Bak feleğin çemberinden,
Yolun sonu görünüyor…
8 seneye yaklaşan bu iktidar zamanında neler görmedik ki!
Biat  kültürüyle  cemaatlerde yetişen, din tüccarı sözüm ona  demokratları mı, yürürlükteki Anayasa’nın 174. Maddesine göre yasaklanmış olan tarikat-cemaat- tekkelerin Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Bakanlıklarını kendi aralarında pay ettiklerini mi,
Devletin en hassas kadrolarına  tarikat artığı, Lâik Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı militanların yerleştirilmesini mi,
Babalarından harçlık alan çocukların  medya patronu, gemileri olan armatör, pırlantacı, rafineri sahibi, enerji yatırımcısı olmalarını mı,
Dolmuşa verecek parası olmayıp, AKP’li belediyelerde yaptırdıkları  imar değişiklikleriyle dört çeker ciplerden inmeyenleri mi, Cami imamlığından, bölünmüş yol müteahhidi  olanları mı,
Teröristi sınır kapısında karşılayan Genel Müdür ve Müsteşarı mı,
Adam başı 4 dakika yargılanma ile Teröristleri salıveren seyyar mahkemeleri mi,
Teröristleri şeref tribünlerinde ağırlayan Belediye Başkanlarını mı,
İnsanların ne ile suçlandıklarını bilmeden, aylarca tutuklu kalmalarını mı,
Gizli tanık denen “terörist eskilerinin”  ifadeleriyle hapse atılan Başsavcıları mı,
Apo denen eşkıyayı yakalayan kahramanların, komutanların, aydınların sorgusuz sualsiz hapse atılmalarını mı,
Terörü Türkiye’nin her tarafına yayarız diyen hain milletvekillerini mi, bunları duymazdan gelen ödlek Cumhuriyet Savcılarını mı,
Cennet vatanın en aziz bölgelerinden biri olan Güneydoğuda Apo posteri ve PKK paçavralarını taşımanın serbest hale geldiğini mi,
Bana ne yazdan bahardan,
Bana ne kardan borandan,
Aşağıdan yukarıdan,
Yolun sonu görünüyor…
Başka milletlerin bir asırda göremeyecekleri travmaları 8 senede gördük. Neler Görmedik ki,
“Rabbim bize Cleveland dedi” deyip şutlanan Kemal abiden, hazinemizi teslim ettiğimiz İngiltere vatandaşına, “Ali Dibo’yu” yeniden yeşerten bakanları mı,
Bu cemaat ve tarikat artıklarına yaranmak için, eşlerine türban taktırıp, gizlice kafayı çeken yalaka iş adamlarını mı,
Davos’ta  parlayıp, Amerika’da Yahudi Lobisinin önünde el pençe duranları mı,
Müslümanların verdiği sadaka paralarını dolandıran ve  Almanya’da suçunu itiraf eden eş dost ve mücahit arkadaş ve akrabaları mı,
Arap yarımadasının zampara prenslerine İstanbul’un en güzel arazilerini peşkeş çekilmesini mi,
Binlerce yıllık devlet geleneği olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Cumhurbaşkanını n koşar adım Arap kralının otel odasın gitmesini mi,
İHH denen örgüt tarafından kullanılan ve öne sürülerek yaralananlar için hastaneye giden ama iki kilometre ötedeki, vatan savunması sırasında yaralanan askerlerin yanına  dahi uğramayan Başbakanları mı,
Türk dış politikasının, ne olduğu bilinmeyen vakıflar tarafından yönlendirilmesini mi,
Tüm bunları görmezden gelip ihanetin en büyüğünü yapan bürokratik yapı ve medya kuruluşları mı,
Neler gördük biz neler…
Azrail’in gelir kendi,
Ne ağa der ne efendi,
Sayılı günler tükendi,
Yolun sonu görünüyor…
Yazmakla bitmez bu 8 yılda gördüğümüz çirkinlikler.  Ama başta söyledik, her şeyin sonu geldiği gibi bunların da sonu geldi. Şimdi hem hesap verme, hem de yıkılanları tamir etme dönemi geliyor.
Tayyip Bey ve AKP üst yönetimi hiç merak etmesinler. Bağımsız Türk Yargısı, hiçbir etki altında kalmadan haklarında en doğru ve adil kararı verecektir.
Yıkılanların, kırılanların tamir edilmesi ve duran kalkınma hamlesinin yeniden başlaması için Türkiye’nin usta tamircilere ihtiyacı var. Siyasetin çileli yollarında yürümüş, tertemiz kalmış tecrübeli kişilerin önderliğinde, yeni pırıl pırıl beyinlerle takviye edilmiş kadrolar hizmet için beklemektedirler.
Partilere düşen görev bu insanları bünyelerine katmak için çaba göstermeleridir. Ayrıca Tayyip Bey’in emriyle solu ve merkez sağı bölmek için emir bekleyen ve servetlerinin hesabını dahi veremeyen Belediye ve  Amerika’da mal zenginleri  ile bay yüzde 10’ların oyununa gelmemek ve bunların gerçek yüzlerini kamuoyuna bir daha anlatmak hepimizin görevi olmalıdır…
En önemli görevimiz  PKK terör örgütünün, toprak ağaları ve aşiret reislerinin  zulmü altında ezilen Kürt kökenli vatandaşlarımızı , din tüccarları tarafından yıllardır sömürülmekte olan dindar vatandaşlarımızı bu terör ve din tüccarlarının etkisinden kurtarıp onları kucaklamak olmalıdır.
Türkiye’de bu sevgiyi çoğaltacak ve tüm Türkiye’ye dalga dalga yayacak  yüce gönüllü o kadar çok halk adamı  var ki, partilerimiz kapılarını açsalar hepsi koşarak gelecekler…