Şubat 03, 2011

ARTIK EN İYİSİ SANAT HİÇ OLMASIN! - Fazıl Say


Fazıl Say, yıkım kararı çıkan “ucube” heykel için yazdı...
02.02.2011 14:10


Bir heykel.
Başbakan "Ucube!" dedi.
Kültür Bakanı “Öyle demek istemedi” dedi.
Başbakan “Öyle demek istedim” dedi.
Kars Belediyesi “Yıkıyoruz” dedi.
Heykeltraş “Yapmayın” diye çırpındı.
Kılıçdaroğlu sustu! Sustu, sessiz kaldı.
Siz ne dersiniz bu 1930'ların NAZİ Almanyası'nı anımsatan olaylara?

...

Bugünkü gazetelere baktım;
Heykeltraş Mehmet Aksoy bugün “Dozerin önünde vücudumu siper edeceğim, heykelimi yıktırtmayacağım” demiş.
Ne acı.

...

Sanat karşıtlığı olsa da sanat olacaktır hep. Büyük yönetmen Tarkovski der ki:
Dünya mükemmel olmadığı için sanat vardır.
Bugün varılan nokta maalesef halk ile sanatçıları iyice karşı karşıya getiren üzücü bir durumdur.
En kötüsü de umursamaz kalanlar. Susanlar.
Çaresizliğe terk edilmişlik.
Bireylerin yalnızlık savaşı.
Bu durum sadece bir Başbakanın cüreti değildir. Ona bu cüreti veren onun gibi düşünen halktır arkasındaki.
Kars'taki bu "yıkma kararı"nı veren 23 kişinin 19`u da değildir.
O 19 kişiyi seçenlerdir.
Onlardır.
O 19 kişi de onların sesidir.
"Yıkan da yaratan da biziz" der ya Nazım.
Onlar yaratan değil yıkanlardır.
"Yaratan" olmak yoktur hayatta.
Fani hayatta...

...

İnsan ister istemez, "Köy enstitüleri kapatılmasa bunlar olur muydu?" diye soruyor.
Pasifist olmamız en kolayı.
"Eğitim" deriz. "Çağdaşlık" deriz. "Uygarlık" deriz.
İşin aslı ama maalesef bu değil.
"Eğitim" diyenlere fütursuzca "faşist" dendi son 15 yıldır.
Çünkü "yaratmaktan" yana olmak "değiştirmekten" yana olmaktı onlar için ve onlar asla değişmek istemiyordu...
Bu "eğitimci akıl hocaları" bütün Cumhuriyet tarihi boyunca hep bir şekilde sineye çekilmiştir. Acıdır, gerici zihniyetin daimi zaferi. Yıkılan köprüler...
Şimdi sanatın yıkılmasına da çok şaşırmamak gerek...
İşin komiği ülkede hayli söz sahibi “sahte-liberaller” bile karşılar aydınlanmaya.
Şimdi bile bu eğitimci ruha “faşistler” deniyor.
Statükocular...
İttihat ve terakkiciler...
İstedikleri kültür, “kültürün hiç olmaması” sanki.

...

Bu halk sanatla barışmıyor.
Sanatçısıyla barışmıyor.
Üretmeyi algılamıyor.
Güzelliği koklayamıyor.
Hayatına ekleyemiyor.
İçselleştiremiyor.
Yaşamıyor.
Nefes almıyor sanat ile.
Bu halkın büyük bir bölümü, sanatı, “Batı Özentisi” olarak görüyor.

...

Heykel her şeye rağmen yıkılacak mı bilmiyorum.
Karar ağır. “Yıkılsın!”.
Sanatçı vücudunu siper edecek.
Mehmet Aksoy'un bu “dramatik” uyarısı belki iyi sonuç verecektir.
Ya da:
Ona "Acınacaktır".
Sonra?
Bu mantalitedeki bir kesim, yani o sanatçısına düşman gerici halk kesimi, “heykel” intikamını nasıl alır?
Bana sorarsanız, en sonunda, bu tartışmaların yorucu ve gereksiz olduğunu düşüneceklerdir.
Bir daha da hiçbir yere heykel konulmayacaktır.
Yok saymanın yolları var.
Bu tartışmalar yorucu ve kötü. En iyisi hiç olmasın. "Sanat hiç olmasın”...
Haksız mıyım?
Arabesk de "yok saymaktır". Müziği yok saymaktır. "Müzikten korkuyor olması lazım birisinin arabesk dinleyebilmesi için"
Bu soyut bir konu, müzik çok soyut bir kendini ifade etme sanatı, dediklerim yıllar sonra anlaşılır.
Ah çok acı bir dönem...

...

Mehmet Aksoy sanatını severim. Bir beklentim de yoktur severken.
Ucube denilen heykeli de çok beğendim.
Tayyip Erdoğan kim? Sanat eleştirmeni mi? Kim? Nasıl bir faşistliktir bütün bunlar?
Heykel yıkılması kararı elbette, Oratoryo sansürlenmesi, ya da konser iptali gibi dışlanmalarla aynı şey değil. Çok daha ağır. Ama "akraba" şeylerdir. Tanırım bu duyguları.
Zeitgeist filminde çok beğendiğim bir cümle vardır, şöyle ki:
"Sevginin gücü, güce olan sevgiyi aştığı vakit, dünya aydınlığa kavuşacaktır.

Dün bir internet yorumunda gördüm:
"Kars'taki fakir fukaraya ev yapılsın, böyle gereksiz şeylerle uğraşılmasın, heykel sonra yapılır” yazılmış.
(Bu iyi niyetli bir yorum!)
Yani, fakir fukaranın ihtiyacı olan bir şey değil heykel.
Heykel "Zenginlerin işi"...
Yani, "heykel gereksiz"...
Yani, heykel yapmak illa ki ev yapmaktan daha pahalı.
Yani, "sonra yapılsın heykel".
Soran yok tabi:
"Sonra" ne zaman?
Ne kadar sonra?

Fazıl Say
Odatv.com

Şubat 02, 2011

Memleketi ayağı kaldıran 'Sakal-ı Şerif' hakkında - Muazzez İlmiye ÇIĞ


Böyle bir hadisi biliyor musunuz? Biliyorsanız, neden bir sakal kılı, bir hırka peşine düşenleri ve onlara dua edip onlardan medet umanları uyarmıyorsunuz? .. Neden?

Muazzez İlmiye ÇIĞ
Gazetelerde, TV’lerde bir “sakal” davası sürüp gidiyor. 21. yüzyılda hâlâ -ilkçağın insanları gibi- totem peşinde koşuyoruz! Hz. Muhammed, bunu önlemek için, “Yâ Rab, benim eşyalarımı tapınak vasıtası yapma!..” demiş.

Bu hadis, peygamberin ağzından çıktığını bütün hadisçilerin kabul ettikleri 17 hadisten biridir. Bu sözü söyleyen Hz. Muhammed, tıraş olurken kıllarını toplattırır mıydı? Dünyada yüzlerce “Sakal-ı Şerif” diye tanımlanan kıl var. Hepsi uydurma. Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki “Kutsal Emanetler” diye saklanan birçok eşya, onun-bunun saraya bahşiş almak için getirdikleri nesneler. “Fatıma Anamız”ın seccadesi denen seccade, 17. asır halısı, Peygamber’in teyemmüm taşı olarak saklanan taş ise bir Asur tableti!? Bunun gibi daha birçokları var... Bunları bir kitap halinde toplayan ilk Müze Müdürü Tahsin Öz’ün 1953 yılında basılan kitabı, ne yazık ki zamanın yönetimi tarafından hemen toplattırıldı ve o günden bugüne de ülkeyi aynı kafada olanlar idare etti! Uydurulmuş şeylere inanmak, doğruları araştırmaktan daha kolay geliyor insanımıza...

Bu sakal olayı, bana başka bir olayı hatırlattı: 1970-78 yılları arasında, eşim Kemal Çığ Topkapı Sarayı Müzesi müdürü idi. Daha önce de -1944 yılından beri- müdür yardımcısı ve kitaplık şefi olarak çalışıyordu müzede... Müdürlüğü esnasında, o zamanın Diyanet İşleri Başkanı Lütfü Doğan, “Kutsal Emanetler”i ziyaret etmek için randevu istiyor. Kemal Çığ, gazetecileri getirmemek koşulu ile halka kapalı olan bir günde randevuyu veriyor. Kararlaştırılan günde büyük bir cemaat akın ediyor “Kutsal Emanetler Salonu”na. Peygamberin hırkası olarak tanımlanan hırka çıkarılıyor. Gelenler büyük bir huşu içinde dualara, kuran okumalara başlıyorlar ve sonunda her ay bu ziyareti yapmaya karar veriyorlar.. . Salonda iş bitince, eşim, baştakileri odasına kahve içmek için davet ediyor. Tam kahveler bitmek üzere iken Kemal Çığ, “Hazır bütün din büyüklerimiz burada iken kafamı kurcalayan bir soruyu sormak istiyorum.” diyor ve sorusunu soruyor: “Benim bildiğime göre, Hz. Muhammed’in ağzından çıktığından bütün muhaddislerin hemfikir olduğu 17 hadisten biri, ‘Yâ Rab, benim eşyalarımı tapınak vasıtası yapma!..’dır. Şimdi sizin hırka’ya ve diğer eşyalara dualar yapmanız bu hadise karşı değil midir?
Bu söz üzerine, gelenlerin hepsi birden yerlerinden fırlarlar ve bir şey söyleyemeden oradan ayrılırlar! Fakat, her ay gelmeyi istedikleri halde bir daha uğramamaları da Kemal Çığ’ın sorusunun yanıtı olmuştur...

Şimdi ben de bugünkü hocalarımıza soruyorum: Böyle bir hadisi biliyor musunuz? Biliyorsanız, neden bir sakal kılı, bir hırka peşine düşenleri ve onlara dua edip onlardan medet umanları uyarmıyorsunuz? .. Neden?