Temmuz 27, 2011

ZATEN AMAÇ DA BUYDU

Amy Winehouse bir İngiliz şarkıcısı. Kalın ve güçlü bir sesi var... 
“Sen bana bir şey öğretemezsin, rehabilitasyona gitmeyeceğim/surat ifadelerimin anlamını bilirsin..” gibi kendi bunalımlarını anlatan berbat sözlerle soul şarkılar yapmış.  Derbeder bir yaşam sürmüş. Alkolik ve uyuşturucu bağımlısıymış. Sahnede sık sık kendini rezil edermiş…
Amy 23 temmuz 2011 günü bir çöplük durumundaki evinde ölü bulunmuş!..
Su testisi su yolunda… Başka ne olacaktı ki!..
Bunlar özenilecek şeyler değil. Neden yazıyorsun ki, demeyin…

“Türk medyası” bu ölüme bir üzüldü, bir üzüldü ki, sormayın!..  Günlerdir bütün bültenlerde bu “acı” haberi veriyor. 27 likler diye bir kategori yarattı. 27 yaşında ölen başka popçuları da hatırlatarak ağlıyor!..
Sanırsınız Amy’ni yakınları bizim medyayı ağlayıcı olarak tutmuş!..
Halkımızın çoğunun -belki de adını ilk kez duyduğu-, batı yozlaşmasının ürünü olan, hiç kimseye örnek gösterilemeyecek bir şarkıcı böylece - öldükten sonra- Türkiye’de geniş kitlelere tanıtılmış oldu.
Onun büyük bir sanatçı olduğunu, şarkılarını, yaşayışını öğrendik…
Pop dünyasının rezilliğinden, derbederliğinden ve üretilen müziğin kalitesizliğinden hiç söz eden olmadı.
Tam tersine Amy Winehous özellikle geç yığınların aklına özenilecek bir sanatçı (!) olarak yerleştirilmiş oldu...
Olumsuzluklar örnek oldu. Övüldü, reklamı yapıldı, öykündük, özendirildik, kendimize yabancılaştırıldık. Değerlerimiz bozuldu, yok edildi.
Zaten amaç da buydu!..

Aynur Doğan bizden bir şarkıcı.
Sesi güzel. Kürtçe şarkıları daha da güzel söylüyor.
Silvan’da 13 askerin pusuya düşürülerek öldürüldüğü ve Aysel Tuğluk’un “demokratik özerkliği ilan ettik” diye saçmaladığı gün İstanbul’da sahneye çıkıyor. Üst üste üç Kürtçe şarkı söylüyor. Üçüncü şarkıda salondan protesto sesleri yükseliyor. Sahneye pet su şişesi ve minder atılıyor. Aynur Doğan iki parmağıyla V (zafer) işareti yaparak sahneden çıkıyor..
Derken medyamız konuyu ele alıyor. Günlerce protestocuları ipe çekiyor. .Açık oturumlar yapılıyor. Aydınlar “malûm” bildirilerinden birini daha yayınlıyorlar!..
Amy için heyecanla konuşan, Aynur Doğan için yürekleri yananlara soralım:
Madem ki; bu kadar duyarlısınız, bu kadar insancılsınız…
Mersin Jasmin Bar’da Kürtçe türkü bilmediği için öldürülen Sarp Öztürk için neden  programlar yapıp bildiriler yayınlamadınız?..
Aynur’a bu kadar üzüldüyseniz Sarp için sokaklara çıkmanız gerekmez miydi?
Hiçbir şey yapmadınız…
Demek ki iki yüzlü ve sahtekarsınız!..

Aynur Doğan’a yapılan protestonun çok kötü olduğu, demokratik ve çağdaş olmakla bağdaşmadığı, sanata, sanatçıya ve barışa değer verenlerin bunları kınayacağı sürekli olarak vurgulanıyor…
Ama Aynur Doğan’ın da duyarlılık göstermesi gerektiğinden hiç söz edilmiyor!
Bu türden protestoların en uygar topluluklarda da normal görüldüğü unutuluyor!..
Yalak ve yanaşmalar, Ahmet Kaya -nerdeyse bütün konuşmalarında- endazesiz atıp tutarken, kabadayılık yaparken suspus oluyor. Ama ona bir kez tepki gösterenleri yıllar sonra da asıp kesmeye devam ediyorlar!..
Duyarlı olması gerekenler daha çok bireylerdir. Bireyler kendilerini kontrol altında tutabilirler. Böylesi durumlara yol açmaktan kaçınabilirler..
Bireylere hiç toz kondurulmuyor. Ama, milyonlar çok rahatlıkla suçlanabiliyor!..
Vur abalıya.
Toplum susturuldu. Nerdeyse kör, sağır ve dilsiz duruma düşürüldü.
Zaten amaç da buydu!..

Aynı gün Silvan saldırısının ordu tarafından yapılmış olabileceği ortaya atıldı.
Savcılık soruşturma yapıyor. Genelkurmay soruşturuyor..
Derken ajanslar “İçişleri bakanlığı soruşturma açıyor” diye bir haber geçiyor.
Üç gün boyunca her haber bülteninde “açılacak, açılıyor, müfettişler gidiyor, gitti, oradalar, rapor hazırlanıyor vb… diye aynı haber yineleniyor…
Arkasından “PKK askere karşı üstünlük sağladı” yorumları yapılıyor. Öte yandan “özel mahkeme” subay tutuklamaya devam ediyor…
Vatandaşın kafasına “acaba asker yanlış mı yapıyor, asker suçlu mu (?)” şeklinde sorular yerleştirilmeye çalışılıyor. Ergenekon, balyoz vb. bütün süreçlerde ve terör eylemlerinde sürekli olarak askere karşı duyulan güvenin zayıflatılması, itibarının azaltılması ve ordunun güçsüzleştirilmesi için çaba harcanıyor… Komutanlar, Silivri ve Hasdal toplama kamplarına tıkılıyor…
Nihayet orduya duyulan güven azaltılmıştır.
Yola devam ediliyor...
Zaten amaç da buydu…

Sık sık sokaklara dökülen PKK-BDP emrindeki gençler ve çocuklar ortalığı birbirine katıyorlar. İşyerlerine, resmi binalara zarar verip polise karşı geliyorlar. Otobüsler, panzerler, polis araçları yakılıyor. Ortalık savaş alanına dönüyor.
Yani; PKK’ sürekli olarak yasadışı gösteriler düzenleyerek, ilerdeki toplumsal ayaklanmaların provalarını yapıyor…
Güvenlik güçlerimiz bu gösterilere önce karışmıyorlar. İş işten geçip saldırı kendilerine yönelince savunmaya geçiyorlar.
13 askerin şehit edildiği günün ertesinde Zeytinburnu BDP binasının önünde yasadışı bir gösteri yapılıyor.
Acıların taze ve derin olduğu günlerde herkesin daha dikkatli olması gerekmez mi?
Atılan sloganlara verilen zararlara tepki olarak bir başka grup ortaya çıkıyor. Polis araya giriyor… Gerilim birkaç gündür devam ediyor…
Soru şudur:
Medyada PKK lı grubu eleştiren bir vicdan sahibi oldu mu?
Ülkücüler, MHP, saldırı, kışkırtıcılık vb. suçlamalar sürüp gidiyor!..
Bir küçük grubun BDP önünde kışkırtıcılık yapması, fütursuzca, saldırganca ortaya çıkacak cesareti bulabilmesi neden eleştirilip kınanmıyor !..
Polis buna nasıl izin verebiliyor!..
Medya halk topluluklarını aşağılamaya cesaret ederken, İstanbul’un ortasını sıkça savaş alanına çeviren, yüzlerce araç yakan sapkınlara neden karşı çıkmıyor?.
Bu ahlaksızlık değil de nedir?
Hükümetin terörle mücadele konusunda hiçbir önerisi yok. BDP sözcüleri tehdit ve şantajın dozunu her gün artırıyor. Kısaca toplum ve devlet, teröre teslim olmuş durumda.
Halk sus-pus edilerek kıvama sokuldu.
AKP toplumu tehdit ve şantajla yola getiriyor.
Zaten amaç da buydu…

Bekir Coşkun basında sansürün kaldırılışının 103. yılında şöyle diyor:
“Son altı yılda 300 gazeteci ve yazar iktidar baskısıyla kovuldu...
Onları kovan 40 civarında editör de kovuldu...
Editörleri kovan patronlar da ya imha edildiler, edilmeyenler iktidara biat ettiler, birer sığıntı gibi geçinip gidiyorlar...
70 gazeteci mahkûm olmadıkları halde hapiste...
“Basından sansürün kaldırılışını” kutladık...
Utanmadan...”

Ekleyelim.
Anlamsız, değersiz, düşünmeyen, itiraz etmeyen, verilen sadaka için hayır dualar eden bir halkın basını da ancak bu kadar olur.
AKP nin bu durumu bilmeden mi yaratıyor. Hayır.
Zaten amaç da buydu…

Türkiye’deki iyi-kötü bütün gelişmelerden birinci derecede hükümet sorumludur.
Ağlamadan, sızlamadan her soruna çözüm bulmak onun görevidir.
Ama hükümet en önemli sorunları görmezden geliyor.
Üstelik haber yapılmasını da engelliyor…
Sıkışırsa da muhalefeti suçluyor…
Hiçbir konuda hükümete ve onun başına hesap sorulamıyor. Eleştiri yapılamıyor… Buna cesarete edenler açıkça tehdit ediliyor, cezalandırılıyor…
Teslim olmuş basın, teslim olmuş yargı, teslim olmuş üniversite…
Teslim olmuş ordu, teslim olmuş ülke, teslim olmuş bir ulus olduk!..
Peygambere bile baş kaldıran, soru soran,  itiraz eden bir kültürün sahibi olan Türkiye halkı, başbakana koşulsuz itaat ediyor!..
Tuzağa düşüyor, her yalana, her sahteciliğe inanıyor!..
AKP iktidarı Türkiye’yi kurbanlık bir koyun olarak başından tutmuş ve emperyalizme teslim etmiştir..
Zaten amaç da buydu…

Altan Arısoy - 27/07/2011

Temmuz 11, 2011

Varsın, Siz de Bizi Sevmeyin

Farkındayım, bir kısmınız yazdıklarımızdan rahatsız. Ben ve benim gibi artık bir avuç kalan yüzü batıya dönük, laik, Atatürkçü yazar doğal olarak sizi rahatsız ediyor, edecektir de. Zira bizim yazdıklarımız size yaptığınız ve ısrarla yapmaya devam ettiğiniz hataları, yanlışları hatırlatıyor, yüzünüze vuruyor. Aynı "Yetmez ama Evet" diye Erdoğan anayasa değişikliklerine oy verenler gibi. Hep merak etmişimdir, o oyu verenler, bugün o ellere tükürüyorlar mı diye?
Bizim yazdıklarımız sizleri rahatsız eder, zira biz onurlu bir ulusun, köle ve kapıkulu haline gelişini anlatıyoruz. Bizler bazıları gibi onurlarımızı satmayacağımızı ısrarla vurguluyoruz. Bizler Türk olmakla gurur duyduğumuz her fırsatta tekrarlıyoruz.
Sizler, düştüğünüz durumu biliyor ama duymak söylenmesini yazılmasını istemiyorsunuz, aynı İran, Mısır ve öteki Arap halkları gibi, Irak halkı gibi. Zira biz, Türkiye üzerine oynanan oyunları her gün dile getiriyoruz, Türkiye'nin bağımsız bağlantısız olmasını savunduk savunuyoruz.
Bir kısmınız içinse birilerine bağlanmak, boyun eğmek önemli değil. Biz özgürlük, egemenlik diyoruz, siz kölelik iyi diye tepiniyorsunuz. Siz dışarıda kazak, evde kılıbık rolü oynayan damatlar gibisiniz.
Bizim yazılarımızda Türkiye'nin parçalandığı, baştakilerin çocuklarımızın katilleri ile pazarlık ettiği, aldığınız ve kazandığınız paralardan birilerinin çaktırmadan kendi payları diye cebine bir miktarını attığı var. Bizim yazdıklarımızda Türkiye'deki adaletin padişah adaletine çevrildiği, askerin ve ordunun lejyoner asker konumuna konduğu, hırsız ve uyuşturucu kaçakçılarının paraya para demediği yer alıyor.
Sizler, yenen ve verilmeyen haklarınız için, pahalılık ve haksızlıklar için sesinizi bile yükseltemeyen zavallı bir zümre haline getirildiniz. Kahraman bir ulusun evlatları iken telefonlarım dinlenir, bugün beni de içeri alırlar diye ürkekçe dolaşan yeni ve korkak bir nesil haline getirildiniz. Sizler, birileri ulufe dağıtır gibi size para versin, bedava ramazan da yemek yiyebilesiniz, bedava bir şapka alın veya bir çuval patates ile soğan, pirince, çocuklarının ve kendi geleceğini bırakan bir toplum haline getirildiniz. Bunları duymak hoşunuza gitmiyor doğal olarak.
Kendi müziğiniz, danslarınız ve hatta dünyanın en çok konuşulan üçüncü dil olan dilinizi unuttunuz. Büyüklerinize atalarınıza, şehitlerinize saygıyı unuttunuz. Tarihinizi unuttunuz, sizler için tarih yeniden yazılıyor, korkaklar, kahraman, kahramanlar korkak haline getiriliyor, yanlışlar doğru, doğrular yanlış gösteriliyor. Yemeklerinizi unuttunuz, Arap'ın lahmacunu, Amerikalının Hamburgeri, İtalyan'ın makarnası o güzel Türk yemeklerinin yerini aldı.
Sizler haklarınızı savunan ve sizlere yaptığınız hataları hatırlatan gazeteci ve yazarları nasıl sevebilirsiniz ki? Onları cezaevine koyunca fikri de hapsettiğinizi sandınız. Karşıt fikirleri hapsetmeyi, telefonlarınızın dinlemesini demokrasi sandınız, böyle olmadığını, sıranın sizlere teker teker geleceğini yazınca bizi sevmediniz. Aslında gerçeği sevmediniz.
Türkiye'yi sömürge yönetir gibi talimatla yöneten öteki ülkelerden gelen telefonlara sevinen bir toplumu ayıpladığımız için bizden hoşlanmıyorsunuz. Hillary Clinton'un, Yunanistan ve Hindistan'a giderken Ankara'ya uğramasını diplomasi zaferi gibi pazarlanmasını yemediğimiz için sevmiyorsunuz. Özetle kandırılmaktan hoşlanıyorsanız, Kan dökerek aldığımız Kıbrıs'ı teslime hazırlanırken aman sorunu çözdük diyebiliyorsunuz, din kardeşiyiz derken o kardeşleri bombalayanlara kolaylık sağlıyorsanız bunda bir sakatlık yok mu?
Evet, bizleri sevmeyebilirsiniz, bizlerin yazıları tüylerinizi diken diken edebilir. Olsun gene de bizler doğru bildiklerimizi çıkarlarımıza satmayıp sürüneceğiz. Sizler değil ama tarihte sizleri suçlayacak çocuklarınız torunlarınız bizleri sevecek bizleri hak ettiğimiz yere koyacak. Varsın siz de bizleri sevmeyin.

11/Temmuz/2011
Savaş Süzal
savassuzal@habergazete.com


orajpoyraz.blogspot.com --- varsın sizı de bizi sevmeyin 

Temmuz 05, 2011

Debillerin egemenlik ilan ettiği bir sistem!

Dünya değişiyor, medeniyet gelişiyor.
İnsanlık, “bilgi ötesi” diye tarif edilen yeni bir çağa doğru hızla yol alıyor.
Ama gelin görün ki, bilim ve teknolojideki onca ilerlemeye rağmen, “zeka” problemi ile karşı karşıya kalan insanların sayısı hızla çoğalıyor.
Psikoloji bilimiyle uğraşanlar, “IQ testlerinden” edindikleri tecrübelere dayanarak, zeka problemi ile karşı karşıya bulunan insan tiplerini, üç temel kategoriye ayırarak incelemeye tabi tutmuşlardır:
1-) İdyosi: IQ seviyeleri 25”nin altındadır. Zekâ geriliğinin en ağır derecesidir. Kendilerini “en basit tehlikelerden” bile koruyamayan kişiler idyot sayılırlar. Bağımlı ve muhtaçtırlar. Zeka seviyeleri en fazla 2 yaşındaki bir çocuğunki kadardır.
2-) Embesilite: IQ seviyeleri 25 ile 45 arasındadır. Zekâ geriliğinin ikinci devresidir. “İşlerini” ve “kendisini” idare edemeyenler embesil olarak kabul edilirler. Verilen işi otomatik yaparlar 2 ile 5 yaşındaki çocukların özelliklerine sahiptirler.
3-) Debilite: IQ seviyeleri 45 ile 75 arasındadır. Hafif zekâ geriliğidir. Normal hayatta, normal bir insanla “rekabetten yoksun” olanlar debil olarak nitelendirilirler. Zekaları, 5 ile 12 yaş grubu çocukların zeka seviyesi ile eşdeğerdir.
***
“İdiotları” ve “embesilleri”, hal, tutum ve davranışlarını dikkate alarak, ilk bakışta hemen teşhis etmek mümkündür.
Ancak “debilleri”, çoğu kez “normal” zeka düzeyine sahip insan tiplerinden ayırabilmek öyle zannedildiği kadar kolay değildir.
Merhum ünlü psikolog Prof. Dr. Ayhan Songar”a göre, debiller çok iyi birer “devlet görevlisi” olabilirler. Hatta, sicillerinde “en ufak bir olumsuz iz” dahi bırakmadan en yüksek görevlere kadar yükselebilirler.
Debiller, “kurulu sisteme” ve “işleyen kurallara” sıkı sıkıya bağlıdırlar. Kendilerine verilen işleri harfiyen yerine getirirler.
Öğrendikleri “yöntemlerin” dışına asla çıkmazlar, herhangi bir kritik durumda asla ve asla “inisiyatif” alamazlar.
“Empati”yetenekleri yoktur, “hoşgörüleri” oldukça zayıftır. Çoğu kez arzularını, impulsiyonlarını, duygularını kontrol altında tutamazlar.
O yüzden, “hırsızlık”, “kandırılma”, “fuhuş”, “toksimani” gibi suçlar debiller arasında daha fazla yaygındır. Bazı debillerde, “megalomanik hezeyanlara”, “halüsinasyonlara” da rastlamak mümkündür.
***
Debiller, “yetki makamlarına” gelmedikleri müddetçe pek fazla bir tehlike arz etmezler.
Sıradan bir debil, ancak ve ancak “kendisine” zarar verebilir. Ancak, yetki makamında oturan bir debil, kritik anlarda alması gereken “inisiyatifi” almayarak, “yapması”gerekenleri yapmayarak “bütün bir toplumu” umulmadık felaketlere sürükleyebilir.
Genel karakteristik özellikleri dolayısıyla, debillerin önemli bir bölümünün “muhafazakar” bir eğilime sahip oldukları saptanmıştır.
Ancak birçoğu, “algılama” yetenekleri oldukça düşük olduğundan, “neye” “niçin” inandıkları, muhafaza ettikleri “değerlerin” neler olduğu, ülkelerini niçin sevmeleri gerektiği hakkında pek fazla fikir sahibi değildirler.
Onlar için önemli olan ilk öğrendikleridir.
Debillerin sayısı arttıkça, “demokrasi” ile idare edilen ülkelerdeki “yöneticilerin” kalitesi de ona göre düşüyor.
Çünkü debillerin seçtikleri insanlar, kendileri gibi “debil” oluyor.
Bir Alman düşünür haklı olarak soruyor:
- “Zeka seviyesi yeterli olmayan insanların çoğunlukta olduğu bir toplumda, demokrasi verimli bir yönetim biçimi olarak kabul edilebilir mi?”
Mazhar Osman”ın teşhisi ise daha vahim:
- “Dünyayı debiller yönetiyor.”

İsrafil K.KUMBASAR  05/07/2011

YAZININ ORJİNALİ