Kasım 10, 2011

Atatürk Diktatördü!..



Onun için damadına kalkıp devletin parası ile gazete televizyon grubu aldı da kimse sesini çıkartamadı...
*
Mesela bu Meclis... Sülalen karşı çıkarken canını dişine takıp “diktatör” dediğin Atatürk açtı bu Meclis’i...
Yasaları yapsın diye...
Ama sen; açık meclisi yok sayarak, daha geçen gün KHK’lerle kanunları kendisi yapanı yalıyorsun, arsız...
*
Atatürk diktatördü!..
O yıllarda Almanya ve Avusturya’dan kaçan tam 142 bilim adamı, birçok Batı ülkesi dururken Türkiye’ye gelip ilimlerini sürdürebilmişlerdi... Ama daha on gün önce “bilim özgürlüğü yok edildi” diye 50 bilim adamımız TÜBA’dan istifa etti, senin ileri demokratın elinden...
Gazetelerde yazamadılar, televizyonlarda söyleyemediler bile korkularından...
İnsan biraz utanır...
*
Bir test yap istersen...
Çık sokağa şu sözcükleri bağır, bak bakalım insanların aklına kim geliyor:
“Korku...”
“Gemicik...”
“Kayıp trilyon...”
“Evrakta sahtecilik...”
“Villa, mücevherat, ticaret...”
“Hapisteki gazeteciler...”
“Bağımlı yargı...”
“Baskı...”
“Nefret...”
“Faşizm...”
*
Çık dene, diktatörü gör...
*
Bugün 10 Kasım...
Hayatta olmayan, silinmek istenen, hakaret edilen, artık hiçbir yaptırım gücü bulunmayan “diktatör” için bir millet sokaklara dökülüp onu özlemle, saygıyla, minnetle anacak...
Onun için ağlayanları göreceksin...
İstersen herhangi bir köy kahvesine girip ona bir laf söyle, başına geleni göreceksin...
Senin “Atatürk diktatördü” diyerek yalakalık yaptığın, altmış koruma arasında sokağa çıkamazken...
*
Şimdi mi aklına geldi Atatürk’ün diktatör olduğu?...
Üç çeyrek asır sonra...
Ama daha dünkü hukuksuzluğu, baskıyı, tehdidi, korkuyu duymadın...
Mesela; yazılmamış kitapların suç sayıldığından, gazete patronlarına yazar kovdurulduğundan, ayağa kalkmayanların hapse atıldığından, hırsızlık dosyasının kapağını açan savcıların sürülmesinden, muhalefet şerhi koyan hâkimlerin gönderilmesinden, yargının iktidara bağlanmasından, insanların yatak odalarına kamera sokulmasından, on binlerce insanın telefonlarının dinlenmesinden haberin olmadı...
*
Çünkü...
Utanman yok...


BEKİR COŞKUN -Cumhuriyet - 10.11.2011





Eylül 13, 2011

Sezer - Erdoğan farkı

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in oğlunun düğünü yapıldı. Genç çifte ömür boyu mutluluklar...

Törenle ilgili ayrıntıları okumuşsunuzdur gazetelerden. Düğünün Çankaya Köşkü'nde yapılacağının duyurulmasından sonra dikkatinizi çekmiştim. Lütfen yapılacak yorumlara dikkat edin demiştim.

Dikkatle izleyenler gördü ki iktidar yanlısı yayın yapan gazeteler böylesi mütevazı bir düğünü bile Sezer'i eleştirmek için kullandılar.

Düğün günü yaklaşırken bazı ayrıntılar da belli olmaya başlamıştı. Basın mensuplarının düğüne alınmayacağı, tüm masrafların Sezer tarafından karşılanacağı, Çankaya Köşkü'nün mutfağının dahi tören için kullanılmayacağı gibi.

Kız tarafı da Sezer tarafı gibi hiçbir açıklama yapmadı, detay vermedi.

Sezerler'in dünürlerinin sayfa sayfa röportajları yayınlanmadı gazetelerde.

Şimdi biraz geriye dönüp Erdoğan'ın çocuklarının nasıl evlendirildiğine bakalım. Neticede biri Cumhurbaşkanı diğeri Başbakan. Böyle bir kıyaslama yanlış olmaz diye düşünüyorum.

Erdoğan'ın düğünlerindeki şatafat, debdebe bu düğünde yoktu. Binlerce kişi gelmedi düğüne, metrelerce takı kuyrukları oluşmadı. 8 ayrı kıtadan devlet başkanları davet edilmedi.

Çünkü bu, Sezer ve dünürlerinin ailelerini ilgilendiren bir düğündü ve öyle yapıldı bitti.

Başbakanımızın düğünlerinde öyle olmadı. Canlı yayınlar, kongre merkezleri, büyük organizasyonlar için yapılan büyük masraflar, kapatılan yollar, felç olan trafik.

Say say bitmez.



Bir devlet adamının özel yaşamını böylesine bir gösteri ile tüm ülkede (ve ülke dışında) sergilemesi, harcanan paralar ve hediyeler elbette çok konuşulacak durumlardır.

Ama Başbakanımız bu durumu kendi lehine öyle bir çeviriyor ki kırk yıl düşünseniz aklınıza gelmez.

Haksız malvarlığı edindiği iddiasıyla yargılanırken servetinin kaynağı olarak oğlunun düğününde takılan takıları gösterebiliyor.

Cumhurbaşkanı ise böyle bir ihtimali öngörmeyerek mütevazı bir düğün yapıyor.

Ya Sezer ileride başına böyle bir olay gelmesini beklemiyor ya da politikacı gibi düşünemiyor.

Bence halk, Sezer'i ikinci nedenle seviyor.

Ağustos 12, 2011

Okunanlardan Notlar

………………………….

Ayda eline asgari ücretin yirmi katı gelir geçenler kendileri için hayatın pahalı olduğuna hükmederlerken, bir ayda yaptıkları eğlence giderinin asgari ücreti aştığını pek düşünmezler. Yılda asgari ücretli kadar vergi vermeyi soygun kabul ederler. Varlıklılar her zaman az gelirliler adına tutumluluk hokkabazıdırlar. Sınıf aidiyeti burada kendiliğinden baskın çıkar.

………………………….

varlıklı sınıf gözünden bakınca yoksulların yoksulluğunun nedeni tembel olmaları, yeterince çalışmamalarıdır. Sonuçta, emekçi yeterince çalışmadığı, yeterince verimli olmadığı için yoksuldur!

………………………….


Ahmet İnsel’in Radikal 2’deki”Asgari ücret, verimlilik ve sınıf
çatışması” adlı yazısından alıntıdır. 18/01/2004

Temmuz 27, 2011

ZATEN AMAÇ DA BUYDU

Amy Winehouse bir İngiliz şarkıcısı. Kalın ve güçlü bir sesi var... 
“Sen bana bir şey öğretemezsin, rehabilitasyona gitmeyeceğim/surat ifadelerimin anlamını bilirsin..” gibi kendi bunalımlarını anlatan berbat sözlerle soul şarkılar yapmış.  Derbeder bir yaşam sürmüş. Alkolik ve uyuşturucu bağımlısıymış. Sahnede sık sık kendini rezil edermiş…
Amy 23 temmuz 2011 günü bir çöplük durumundaki evinde ölü bulunmuş!..
Su testisi su yolunda… Başka ne olacaktı ki!..
Bunlar özenilecek şeyler değil. Neden yazıyorsun ki, demeyin…

“Türk medyası” bu ölüme bir üzüldü, bir üzüldü ki, sormayın!..  Günlerdir bütün bültenlerde bu “acı” haberi veriyor. 27 likler diye bir kategori yarattı. 27 yaşında ölen başka popçuları da hatırlatarak ağlıyor!..
Sanırsınız Amy’ni yakınları bizim medyayı ağlayıcı olarak tutmuş!..
Halkımızın çoğunun -belki de adını ilk kez duyduğu-, batı yozlaşmasının ürünü olan, hiç kimseye örnek gösterilemeyecek bir şarkıcı böylece - öldükten sonra- Türkiye’de geniş kitlelere tanıtılmış oldu.
Onun büyük bir sanatçı olduğunu, şarkılarını, yaşayışını öğrendik…
Pop dünyasının rezilliğinden, derbederliğinden ve üretilen müziğin kalitesizliğinden hiç söz eden olmadı.
Tam tersine Amy Winehous özellikle geç yığınların aklına özenilecek bir sanatçı (!) olarak yerleştirilmiş oldu...
Olumsuzluklar örnek oldu. Övüldü, reklamı yapıldı, öykündük, özendirildik, kendimize yabancılaştırıldık. Değerlerimiz bozuldu, yok edildi.
Zaten amaç da buydu!..

Aynur Doğan bizden bir şarkıcı.
Sesi güzel. Kürtçe şarkıları daha da güzel söylüyor.
Silvan’da 13 askerin pusuya düşürülerek öldürüldüğü ve Aysel Tuğluk’un “demokratik özerkliği ilan ettik” diye saçmaladığı gün İstanbul’da sahneye çıkıyor. Üst üste üç Kürtçe şarkı söylüyor. Üçüncü şarkıda salondan protesto sesleri yükseliyor. Sahneye pet su şişesi ve minder atılıyor. Aynur Doğan iki parmağıyla V (zafer) işareti yaparak sahneden çıkıyor..
Derken medyamız konuyu ele alıyor. Günlerce protestocuları ipe çekiyor. .Açık oturumlar yapılıyor. Aydınlar “malûm” bildirilerinden birini daha yayınlıyorlar!..
Amy için heyecanla konuşan, Aynur Doğan için yürekleri yananlara soralım:
Madem ki; bu kadar duyarlısınız, bu kadar insancılsınız…
Mersin Jasmin Bar’da Kürtçe türkü bilmediği için öldürülen Sarp Öztürk için neden  programlar yapıp bildiriler yayınlamadınız?..
Aynur’a bu kadar üzüldüyseniz Sarp için sokaklara çıkmanız gerekmez miydi?
Hiçbir şey yapmadınız…
Demek ki iki yüzlü ve sahtekarsınız!..

Aynur Doğan’a yapılan protestonun çok kötü olduğu, demokratik ve çağdaş olmakla bağdaşmadığı, sanata, sanatçıya ve barışa değer verenlerin bunları kınayacağı sürekli olarak vurgulanıyor…
Ama Aynur Doğan’ın da duyarlılık göstermesi gerektiğinden hiç söz edilmiyor!
Bu türden protestoların en uygar topluluklarda da normal görüldüğü unutuluyor!..
Yalak ve yanaşmalar, Ahmet Kaya -nerdeyse bütün konuşmalarında- endazesiz atıp tutarken, kabadayılık yaparken suspus oluyor. Ama ona bir kez tepki gösterenleri yıllar sonra da asıp kesmeye devam ediyorlar!..
Duyarlı olması gerekenler daha çok bireylerdir. Bireyler kendilerini kontrol altında tutabilirler. Böylesi durumlara yol açmaktan kaçınabilirler..
Bireylere hiç toz kondurulmuyor. Ama, milyonlar çok rahatlıkla suçlanabiliyor!..
Vur abalıya.
Toplum susturuldu. Nerdeyse kör, sağır ve dilsiz duruma düşürüldü.
Zaten amaç da buydu!..

Aynı gün Silvan saldırısının ordu tarafından yapılmış olabileceği ortaya atıldı.
Savcılık soruşturma yapıyor. Genelkurmay soruşturuyor..
Derken ajanslar “İçişleri bakanlığı soruşturma açıyor” diye bir haber geçiyor.
Üç gün boyunca her haber bülteninde “açılacak, açılıyor, müfettişler gidiyor, gitti, oradalar, rapor hazırlanıyor vb… diye aynı haber yineleniyor…
Arkasından “PKK askere karşı üstünlük sağladı” yorumları yapılıyor. Öte yandan “özel mahkeme” subay tutuklamaya devam ediyor…
Vatandaşın kafasına “acaba asker yanlış mı yapıyor, asker suçlu mu (?)” şeklinde sorular yerleştirilmeye çalışılıyor. Ergenekon, balyoz vb. bütün süreçlerde ve terör eylemlerinde sürekli olarak askere karşı duyulan güvenin zayıflatılması, itibarının azaltılması ve ordunun güçsüzleştirilmesi için çaba harcanıyor… Komutanlar, Silivri ve Hasdal toplama kamplarına tıkılıyor…
Nihayet orduya duyulan güven azaltılmıştır.
Yola devam ediliyor...
Zaten amaç da buydu…

Sık sık sokaklara dökülen PKK-BDP emrindeki gençler ve çocuklar ortalığı birbirine katıyorlar. İşyerlerine, resmi binalara zarar verip polise karşı geliyorlar. Otobüsler, panzerler, polis araçları yakılıyor. Ortalık savaş alanına dönüyor.
Yani; PKK’ sürekli olarak yasadışı gösteriler düzenleyerek, ilerdeki toplumsal ayaklanmaların provalarını yapıyor…
Güvenlik güçlerimiz bu gösterilere önce karışmıyorlar. İş işten geçip saldırı kendilerine yönelince savunmaya geçiyorlar.
13 askerin şehit edildiği günün ertesinde Zeytinburnu BDP binasının önünde yasadışı bir gösteri yapılıyor.
Acıların taze ve derin olduğu günlerde herkesin daha dikkatli olması gerekmez mi?
Atılan sloganlara verilen zararlara tepki olarak bir başka grup ortaya çıkıyor. Polis araya giriyor… Gerilim birkaç gündür devam ediyor…
Soru şudur:
Medyada PKK lı grubu eleştiren bir vicdan sahibi oldu mu?
Ülkücüler, MHP, saldırı, kışkırtıcılık vb. suçlamalar sürüp gidiyor!..
Bir küçük grubun BDP önünde kışkırtıcılık yapması, fütursuzca, saldırganca ortaya çıkacak cesareti bulabilmesi neden eleştirilip kınanmıyor !..
Polis buna nasıl izin verebiliyor!..
Medya halk topluluklarını aşağılamaya cesaret ederken, İstanbul’un ortasını sıkça savaş alanına çeviren, yüzlerce araç yakan sapkınlara neden karşı çıkmıyor?.
Bu ahlaksızlık değil de nedir?
Hükümetin terörle mücadele konusunda hiçbir önerisi yok. BDP sözcüleri tehdit ve şantajın dozunu her gün artırıyor. Kısaca toplum ve devlet, teröre teslim olmuş durumda.
Halk sus-pus edilerek kıvama sokuldu.
AKP toplumu tehdit ve şantajla yola getiriyor.
Zaten amaç da buydu…

Bekir Coşkun basında sansürün kaldırılışının 103. yılında şöyle diyor:
“Son altı yılda 300 gazeteci ve yazar iktidar baskısıyla kovuldu...
Onları kovan 40 civarında editör de kovuldu...
Editörleri kovan patronlar da ya imha edildiler, edilmeyenler iktidara biat ettiler, birer sığıntı gibi geçinip gidiyorlar...
70 gazeteci mahkûm olmadıkları halde hapiste...
“Basından sansürün kaldırılışını” kutladık...
Utanmadan...”

Ekleyelim.
Anlamsız, değersiz, düşünmeyen, itiraz etmeyen, verilen sadaka için hayır dualar eden bir halkın basını da ancak bu kadar olur.
AKP nin bu durumu bilmeden mi yaratıyor. Hayır.
Zaten amaç da buydu…

Türkiye’deki iyi-kötü bütün gelişmelerden birinci derecede hükümet sorumludur.
Ağlamadan, sızlamadan her soruna çözüm bulmak onun görevidir.
Ama hükümet en önemli sorunları görmezden geliyor.
Üstelik haber yapılmasını da engelliyor…
Sıkışırsa da muhalefeti suçluyor…
Hiçbir konuda hükümete ve onun başına hesap sorulamıyor. Eleştiri yapılamıyor… Buna cesarete edenler açıkça tehdit ediliyor, cezalandırılıyor…
Teslim olmuş basın, teslim olmuş yargı, teslim olmuş üniversite…
Teslim olmuş ordu, teslim olmuş ülke, teslim olmuş bir ulus olduk!..
Peygambere bile baş kaldıran, soru soran,  itiraz eden bir kültürün sahibi olan Türkiye halkı, başbakana koşulsuz itaat ediyor!..
Tuzağa düşüyor, her yalana, her sahteciliğe inanıyor!..
AKP iktidarı Türkiye’yi kurbanlık bir koyun olarak başından tutmuş ve emperyalizme teslim etmiştir..
Zaten amaç da buydu…

Altan Arısoy - 27/07/2011

Temmuz 11, 2011

Varsın, Siz de Bizi Sevmeyin

Farkındayım, bir kısmınız yazdıklarımızdan rahatsız. Ben ve benim gibi artık bir avuç kalan yüzü batıya dönük, laik, Atatürkçü yazar doğal olarak sizi rahatsız ediyor, edecektir de. Zira bizim yazdıklarımız size yaptığınız ve ısrarla yapmaya devam ettiğiniz hataları, yanlışları hatırlatıyor, yüzünüze vuruyor. Aynı "Yetmez ama Evet" diye Erdoğan anayasa değişikliklerine oy verenler gibi. Hep merak etmişimdir, o oyu verenler, bugün o ellere tükürüyorlar mı diye?
Bizim yazdıklarımız sizleri rahatsız eder, zira biz onurlu bir ulusun, köle ve kapıkulu haline gelişini anlatıyoruz. Bizler bazıları gibi onurlarımızı satmayacağımızı ısrarla vurguluyoruz. Bizler Türk olmakla gurur duyduğumuz her fırsatta tekrarlıyoruz.
Sizler, düştüğünüz durumu biliyor ama duymak söylenmesini yazılmasını istemiyorsunuz, aynı İran, Mısır ve öteki Arap halkları gibi, Irak halkı gibi. Zira biz, Türkiye üzerine oynanan oyunları her gün dile getiriyoruz, Türkiye'nin bağımsız bağlantısız olmasını savunduk savunuyoruz.
Bir kısmınız içinse birilerine bağlanmak, boyun eğmek önemli değil. Biz özgürlük, egemenlik diyoruz, siz kölelik iyi diye tepiniyorsunuz. Siz dışarıda kazak, evde kılıbık rolü oynayan damatlar gibisiniz.
Bizim yazılarımızda Türkiye'nin parçalandığı, baştakilerin çocuklarımızın katilleri ile pazarlık ettiği, aldığınız ve kazandığınız paralardan birilerinin çaktırmadan kendi payları diye cebine bir miktarını attığı var. Bizim yazdıklarımızda Türkiye'deki adaletin padişah adaletine çevrildiği, askerin ve ordunun lejyoner asker konumuna konduğu, hırsız ve uyuşturucu kaçakçılarının paraya para demediği yer alıyor.
Sizler, yenen ve verilmeyen haklarınız için, pahalılık ve haksızlıklar için sesinizi bile yükseltemeyen zavallı bir zümre haline getirildiniz. Kahraman bir ulusun evlatları iken telefonlarım dinlenir, bugün beni de içeri alırlar diye ürkekçe dolaşan yeni ve korkak bir nesil haline getirildiniz. Sizler, birileri ulufe dağıtır gibi size para versin, bedava ramazan da yemek yiyebilesiniz, bedava bir şapka alın veya bir çuval patates ile soğan, pirince, çocuklarının ve kendi geleceğini bırakan bir toplum haline getirildiniz. Bunları duymak hoşunuza gitmiyor doğal olarak.
Kendi müziğiniz, danslarınız ve hatta dünyanın en çok konuşulan üçüncü dil olan dilinizi unuttunuz. Büyüklerinize atalarınıza, şehitlerinize saygıyı unuttunuz. Tarihinizi unuttunuz, sizler için tarih yeniden yazılıyor, korkaklar, kahraman, kahramanlar korkak haline getiriliyor, yanlışlar doğru, doğrular yanlış gösteriliyor. Yemeklerinizi unuttunuz, Arap'ın lahmacunu, Amerikalının Hamburgeri, İtalyan'ın makarnası o güzel Türk yemeklerinin yerini aldı.
Sizler haklarınızı savunan ve sizlere yaptığınız hataları hatırlatan gazeteci ve yazarları nasıl sevebilirsiniz ki? Onları cezaevine koyunca fikri de hapsettiğinizi sandınız. Karşıt fikirleri hapsetmeyi, telefonlarınızın dinlemesini demokrasi sandınız, böyle olmadığını, sıranın sizlere teker teker geleceğini yazınca bizi sevmediniz. Aslında gerçeği sevmediniz.
Türkiye'yi sömürge yönetir gibi talimatla yöneten öteki ülkelerden gelen telefonlara sevinen bir toplumu ayıpladığımız için bizden hoşlanmıyorsunuz. Hillary Clinton'un, Yunanistan ve Hindistan'a giderken Ankara'ya uğramasını diplomasi zaferi gibi pazarlanmasını yemediğimiz için sevmiyorsunuz. Özetle kandırılmaktan hoşlanıyorsanız, Kan dökerek aldığımız Kıbrıs'ı teslime hazırlanırken aman sorunu çözdük diyebiliyorsunuz, din kardeşiyiz derken o kardeşleri bombalayanlara kolaylık sağlıyorsanız bunda bir sakatlık yok mu?
Evet, bizleri sevmeyebilirsiniz, bizlerin yazıları tüylerinizi diken diken edebilir. Olsun gene de bizler doğru bildiklerimizi çıkarlarımıza satmayıp sürüneceğiz. Sizler değil ama tarihte sizleri suçlayacak çocuklarınız torunlarınız bizleri sevecek bizleri hak ettiğimiz yere koyacak. Varsın siz de bizleri sevmeyin.

11/Temmuz/2011
Savaş Süzal
savassuzal@habergazete.com


orajpoyraz.blogspot.com --- varsın sizı de bizi sevmeyin 

Temmuz 05, 2011

Debillerin egemenlik ilan ettiği bir sistem!

Dünya değişiyor, medeniyet gelişiyor.
İnsanlık, “bilgi ötesi” diye tarif edilen yeni bir çağa doğru hızla yol alıyor.
Ama gelin görün ki, bilim ve teknolojideki onca ilerlemeye rağmen, “zeka” problemi ile karşı karşıya kalan insanların sayısı hızla çoğalıyor.
Psikoloji bilimiyle uğraşanlar, “IQ testlerinden” edindikleri tecrübelere dayanarak, zeka problemi ile karşı karşıya bulunan insan tiplerini, üç temel kategoriye ayırarak incelemeye tabi tutmuşlardır:
1-) İdyosi: IQ seviyeleri 25”nin altındadır. Zekâ geriliğinin en ağır derecesidir. Kendilerini “en basit tehlikelerden” bile koruyamayan kişiler idyot sayılırlar. Bağımlı ve muhtaçtırlar. Zeka seviyeleri en fazla 2 yaşındaki bir çocuğunki kadardır.
2-) Embesilite: IQ seviyeleri 25 ile 45 arasındadır. Zekâ geriliğinin ikinci devresidir. “İşlerini” ve “kendisini” idare edemeyenler embesil olarak kabul edilirler. Verilen işi otomatik yaparlar 2 ile 5 yaşındaki çocukların özelliklerine sahiptirler.
3-) Debilite: IQ seviyeleri 45 ile 75 arasındadır. Hafif zekâ geriliğidir. Normal hayatta, normal bir insanla “rekabetten yoksun” olanlar debil olarak nitelendirilirler. Zekaları, 5 ile 12 yaş grubu çocukların zeka seviyesi ile eşdeğerdir.
***
“İdiotları” ve “embesilleri”, hal, tutum ve davranışlarını dikkate alarak, ilk bakışta hemen teşhis etmek mümkündür.
Ancak “debilleri”, çoğu kez “normal” zeka düzeyine sahip insan tiplerinden ayırabilmek öyle zannedildiği kadar kolay değildir.
Merhum ünlü psikolog Prof. Dr. Ayhan Songar”a göre, debiller çok iyi birer “devlet görevlisi” olabilirler. Hatta, sicillerinde “en ufak bir olumsuz iz” dahi bırakmadan en yüksek görevlere kadar yükselebilirler.
Debiller, “kurulu sisteme” ve “işleyen kurallara” sıkı sıkıya bağlıdırlar. Kendilerine verilen işleri harfiyen yerine getirirler.
Öğrendikleri “yöntemlerin” dışına asla çıkmazlar, herhangi bir kritik durumda asla ve asla “inisiyatif” alamazlar.
“Empati”yetenekleri yoktur, “hoşgörüleri” oldukça zayıftır. Çoğu kez arzularını, impulsiyonlarını, duygularını kontrol altında tutamazlar.
O yüzden, “hırsızlık”, “kandırılma”, “fuhuş”, “toksimani” gibi suçlar debiller arasında daha fazla yaygındır. Bazı debillerde, “megalomanik hezeyanlara”, “halüsinasyonlara” da rastlamak mümkündür.
***
Debiller, “yetki makamlarına” gelmedikleri müddetçe pek fazla bir tehlike arz etmezler.
Sıradan bir debil, ancak ve ancak “kendisine” zarar verebilir. Ancak, yetki makamında oturan bir debil, kritik anlarda alması gereken “inisiyatifi” almayarak, “yapması”gerekenleri yapmayarak “bütün bir toplumu” umulmadık felaketlere sürükleyebilir.
Genel karakteristik özellikleri dolayısıyla, debillerin önemli bir bölümünün “muhafazakar” bir eğilime sahip oldukları saptanmıştır.
Ancak birçoğu, “algılama” yetenekleri oldukça düşük olduğundan, “neye” “niçin” inandıkları, muhafaza ettikleri “değerlerin” neler olduğu, ülkelerini niçin sevmeleri gerektiği hakkında pek fazla fikir sahibi değildirler.
Onlar için önemli olan ilk öğrendikleridir.
Debillerin sayısı arttıkça, “demokrasi” ile idare edilen ülkelerdeki “yöneticilerin” kalitesi de ona göre düşüyor.
Çünkü debillerin seçtikleri insanlar, kendileri gibi “debil” oluyor.
Bir Alman düşünür haklı olarak soruyor:
- “Zeka seviyesi yeterli olmayan insanların çoğunlukta olduğu bir toplumda, demokrasi verimli bir yönetim biçimi olarak kabul edilebilir mi?”
Mazhar Osman”ın teşhisi ise daha vahim:
- “Dünyayı debiller yönetiyor.”

İsrafil K.KUMBASAR  05/07/2011

YAZININ ORJİNALİ

Haziran 29, 2011

Kendin pişir kendin ye’min - Yılmaz ÖZDİL


CHP yemin etti...
*

Üniversite sınavındaki şifre utanmazlığıyla ilgili araştırma önergesi reddedildi. Tekel işçilerinin dramıyla ilgili araştırma önergesi reddedildi. Adli Tıp skandallarıyla ilgili araştırma önergesi reddedildi. Telekulak araştırma önergesi reddedildi. Gözaltındaki kayıplar hakkındaki araştırma önergesi reddedildi. Ha eve tüp bağlatmışsın, ha memlekete nükleer santral’la ilgili araştırma önergesi reddedildi. Taşımalı eğitim ayıbıyla ilgili araştırma önergesi reddedildi. Basın’a basınçla ilgili araştırma önergesi reddedildi. Yeşil sermaye ayaklarıyla ahaliyi dolandırıyorlar’ın araştırma önergesi reddedildi. Dünyanın en pahalı benzinini niye biz kullanıyoruz’un araştırma önergesi reddedildi. Memur sınavındaki ahlaksızlıkla ilgili genel görüşme önerisi reddedildi. Irak’a kara harekâtı niye zart diye durduruldu’nun genel görüşme önerisi reddedildi. Ermenistan’la gizli gizli neler imzaladınız’ın genel görüşme önerisi reddedildi. KKTC’de ne dümenler çeviriyorsunuz’un genel görüşme önerisi reddedildi. Başbakan hakkındaki gensoru önergesi reddedildi. Uruguay’dan inek getirten Tarım Bakanı hakkındaki gensoru önergesi reddedildi. Habur’daki teslim’iyet töreniyle ilgili olarak İçişleri Bakanı hakkında verdiği gensoru önergesi reddedildi. Uçak düştü, Ulaştırma Bakanı hakkındaki gensoru önergesi reddedildi, hızlı tren uçtu, Ulaştırma Bakanı hakkındaki gensoru önergesi reddedildi. Telekulak ve Deniz Feneri için Adalet Bakanı hakkında verdiği gensoru önergesi reddedildi. Maliye Bakanı, Enerji Bakanı ve Milli Eğitim Bakanı hakkındaki gensoru önergesi reddedildi. Madenciler diri diri toprağa gömüldü, Çalışma Bakanı hakkındaki gensoru önergesi, CHP değil MHP mi vermişti yoksa, neyse, reddedildi. İzmir’de açılan yeni üniversiteye Atatürk’ün annesinin adını verelim teklifi reddedildi. PKK’yla ilgili açılım görüşmesi başka gün kalmamış gibi 10 Kasım’da görüşülmesin, inadına yapmayın, hiç olmazsa bir gün erteleyelim, 11 Kasım’da görüşelim önerisi, reddedildi. Dokunulmazlıklar kaldırılsın teklifi reddedildi. 100 değil, 300 değil, 1600 soru önergesi verdi,
ya reddedildi, ya cevap vermeye
tenezzül bile edilmedi. Ne yasa çıkarabildi, ne de çıkmasını önleyebildi.

*

Yemin etmedi...

*

Milli iradeye kuru kalabalık muamelesi yapıldığı için, CHP açısından değişen bi şey yoktur.

*

Tek başına oynanmaz tahterevalli.
İki kişiden biri düşünsün gari.

29/06/2011  YILMAZ ÖZDİL

Haziran 28, 2011

Adam Daha Ne Desin..?


İlk icraatları “Türk” adıyla birlikte Türk Telekom’u Arap’a “aslında İngiliz’e” sattılar, anlamadınız. Adı Türk, kendi İngiliz+Arap olan Türk Telekom’da İngiliz ajanı 3 kişi tespit edildi..(!) Uyanmadınız!
Yunan televizyonları ndan birinde Finansbank’ı almaya çalışan kilise bankasının yetkilisine Türkiye’den neden bir banka satın almak istedikleri soruldu. Cevap çok çarpıcıydı: “Biz Türkiye’den toprak alacağız(!)” Soran basın mensubu bu sefer de:”Türkiye’de toprak satışı zaten serbest. Neden böyle bir yolu deniyorsunuz?” Cevap:” Yarın başka bir hükümet gelir toprak satışını yasaklar ama bankanın el koyduğu yere bir işlem yapılamaz(!)”… Yani adamlar niyetlerini saklamadı ama Türkiye’de hükümet edenler için bu niyetlerin bir önemi yoktu. Finansbank’ı Yunanistan’a sattılar.

Şimdi Polatlı’dan bir çığlık geliyor: “Yunanistan savaşarak alamadığını para ile alıyor. Çiftçiler kredilerini ödeyemeyeceği için tarlasına el konuyor..!” Bu banka Trakya’da tarlalarda kredi dağıttı. Ortada hükümet yok..!

Van Ahdamar adası, Ermenilerin Türk kadınlarını götürüp tecavüz ettikleri için  "TECAVÜZ ADASI" olarak da anılan adada bulunan Ermeni kilisesi bu fakir halkın cebinden onarıldı. Yetmedi,  24 Ocak "sözde Ermeni Soykırımı" diye söylenen günde kilisenin açılışını yapmaya kalktılar... Tepkiler üzerine bir başka gün açıldı. Kendi milletinin kadınlarına tecavüz edilen biryerdeki kiliseyi onarıp açmaları neyin rövanşıdır demediniz..! ! Adamlar daha ne yapsın..??
Şehit babasını bu Başvekil dava etti. Şehit annesi için “ben o kadını mı dinleyeceğim” dedi. Şehit cenazelerine yasak geldi. Şimdi de şehitlerimize kan bedeli “fiyat” biçeceklermiş. Tıpkı Menderes hükümeti döneminde Kore’ye giden Mehmetçiğe ABD’nin biçtiği “23 Sent” gibi. Ne demişti o zaman Nazım:
23 Sentlik asker
Mister Dalles,
sizden saklamak olmaz,
hayat pahalı biraz bizim memlekette.
Mesela iki yüz gram et alabilirsiniz,
koyun eti,
Ankara'da 23 sente,
…..

Türkiye’ de askerlik yapma konusunda ayrım yoktu. Herkes askerliğini yapardı, şöyle veya böyle. Paralı askerlik yapılmasının önünü açanlar askerliği parası olmayanların sırtına yıktı. Yani milli gelirden en az pay alanların sırtına. Böylece, kendi çocuğu yan gelip yatanlar için evladı şehit olan ailelerin acısı da “ırak” oldu.

Yandaş medyada yazan bazı soysuzlar bir gazimizi hedef yaptı. Ülkesi uğruna 2 bacağını vermiş, tekerlekli sandalyeye mahkum olmuş bir gazimizi. Sahip çıkamadık, o da çekip vurdu kendini.

Karaalioğlu diye soyadına yakışır “yüreği kinden kararmış” RTE’nin uçağının kadrolu elemanı bir yazarcık(!), abdestini aldıktan sonra şakağına silahı dayayıp tetiğe basan gazimiz için biraz olsun utanmak yerine “tutuklanacağını düşündüğünden kendini vurmuş olabilir” diyordu. Bu adamlar köşe yazacak, bu millet aydınlanacak öyle mi? Bu trajik ölüm karşısında bile ne siyasetin başındakiler, ne de yandaş medyas vijdani bir duyarlılık göstermedi.

Kahramanına sahip çıkamayan bir millet ülkesine sahip çıkabilir mi?

2006 yılında gelişmelere bakarak bir yazı yazdım. Dedim ki: “Milli duygular bilerek kışkırtılıyor. Türkiye’nin bağımsız iç dinamiklerinin, tepkisel gücünün ölçüsü alınıyor. Bu ölçüye göre bir deli gömleği dikilecek, kolları da RTE’ye bağlatılacak.. !”

İşte size ERGENEKON deli gömleği… Kollarını kim bağladı? Davanın savcısı RTE…

Adam “ananı da al git” diyor. Adam bu millete marabalığı layık görüyor. Ulus devlet, Atatürk diyenler faşistlikle, gericilikle suçlanıyor. Türk askerinin başına çuval geçirilmesi karşısında biri mantı yemeye devam ediyor, diğeri nota verecek misiniz sorusuna dalga geçerek “müzik notası mı” diye cevap veriyor.

Aslında Adam’ın tarafı belli, bunu saklama gereği duymuyor. Anlamayan sensin ey Türk Halkı…

Sen fakirleştikçe onlar zenginleşti. Türk kadınları vesika alabilmek için sıraya girerken onlar uçak-ev beğenmedi. Daha ne yapsınlar?

Muhalif her ses “Ergenekon” yaftası ile suçlamalara maruz kalırken ne kadar ajan, provakatör, dış ülkenin maaşlı yazarları varsa sınırsız hoşgörü ile taltif ediliyor. Daha taraflarını nasıl anlatsınlar?

Başvekil’in en yakını, sırdaşı, ilaçlarını bile takip eden zat kim? Diyarbakır milletvekili İhsan Aslan. Ne diyor bu zat? PKK bu ülkenin gerçeği, Öcalan muhatap alınsın diyor. Peki, ortak paydası ve görüşü olmayan insanlar böylesine yakın dost olabilir mi? Bu ikili çok önceleri Ankara’da ortak bir büro kullandı. Daha doğrusu İhsan Aslan’ın bürosunda RTE’nin büyük bir odası vardı. “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.”

Çok agrasif, tahammülsüz bir yapı sergileyen ve “öfke de bir hitabet sanatıdır(!)” incilerini döktüren RTE konu DTP belediye başkanları, DTP’liler, PKK’lılar, AB-D ajanları olunca neden bu kadar hoşgörülüdür? Çıkardıkları bütün “demokratik” açılımlar Türk Halkı’nın değil de neden bu avanenin işine yarıyor?

Türk Devleti’nin bütün değerleri niçin tartışılıyor?

ABD Trabzon’da bir yer isterken, geçmişte Trabzon üzerinde oynanan oyunları da düşünürsek, çay ve fındık üzerinde oynanan oyun nedir? Dünya fındık üretiminin %80’ini Türk üreticisi üretirken İtalya ve Yunanistan lehine Türk çiftçisine getirilen sınırlama size ne anlatıyor?

Maden yasası, mayın yasası, GDO yasası kimin işine yarıyor?

Bir vatandaşımız diyor ki:” Bunların ülkeyi yönetme derdi yok, bunların derdi kendi günlük çıkarlarını korumak.”

Şimdi katil Öcalan muhatap alınacakmış. Eroin baronunun karısı Pervin Buldan, Emine Ayna, Leyla Zana gibilerin lideri. Bir tecavüzcü. Apo ve kadınları… Kendi kardeşi Osman Öcalan’ın karısını kullanmış bir manyak..!!

Gizli tanıklarını nasıl tecavüzcü bir PKK’lıdan seçtilerse, koskoca Türk Devleti’ne yol haritası verecek kişi de tecavüzcü bir SAPIK..!!

Mehmet Metiner denilen PKK sever karanlık bir yazar Kanaltürk televizyonunda “Tayyip Bey bu meseleleri 90’dan beri biliyor” diye bir cümle kullandı. Bu ne demektir? RTE bu konuda 1990 yılından beri mi yetiştiriliyor?

Gül ve RTE…Yeniden Milli Mücadele denilen bir grubun üyesi. Neye inanıyor “Yeniden Milli Mücadele” gurubu? “İngiliz Mandası”na… İngiltere’nin Kürdistan hayali kaç yüzyılın hayalidir? Kürt açılımı denilen açılım için “iyi şeyler olacak” diyen Gül kim? İngiliz Kraliçesi’nin savaş gemisine gidip Kraliçe tarafından nal gibi nişan takılan zat…


RTE'nin Soros'un TESEV'cileri ile özel görüşmeleri...
Yazılarımda "DTP AKP’nin mayın eşeği mi" diye yazdım. O kadar açık bir şekilde gözümüzün önünde "ABD, İngiltere, İsrail" in Kürt senaryosu uygulamaya kondu ki… RTE herkese laf yetiştirirken DTP’lilerin “Kürdistan sınırlarını belirledik” deme cüretlerine bir tepki verdi mi? Vermedi..! Adam tarafını daha nasıl belli etsin?

Sarızeybek ne diyor? 15 Ağustos bir rövanşın tarihidir. 15 Ağustos’ta PKK büyük bir saldırı yapmıştı. Tarih bilinçli seçiliyor. Bir Kürt Devleti’nin temeli 15 Ağustos’ta atıldı diyebilmek için Öcalan bu tarihi bilinçli seçti..(!!)

Adamlar açık oynuyor, daha ne desinler? Daha ne yapsınlar?

Bazan 35, bazan 42, 47 etnik gurup diyerek Türk Devleti'nin bütünlük şuurunu parçalamaya giriştiler. Bu tanımların Türk Halkına getirisi, faydası ne diye sormadın?
Ülkenin tasviyesi için tepkisiz halk, etkisiz ordu lazımdı, başarıyorlar. Başörtüsü, din havucu, medya tecavüzü ile halk tepkisizleştirildi, operasyonlarla ordu etkisizleştirilmeye çalışılıyor.
Fare kulağını-burnunu yemek istediğinde önce bir salgı ile uyuşturur, sonra yer. Türk halkı da aynı durumda. Farelerin işgalinde, kulağı, burnu, dudağı kalmadı...

Şehit Mehmetçiğin ailelerine para verelim demiş PKK sever vekiller. PKK’ya kan parası ödemeye kalkanlar, Mehmedimin şehadetine fiyat biçiyor. Biz de Nazım’ın “23 Sentlik Asker” şiirinin son mısraları ile cevap verelim:

Dahası var Mister Dalles,
sizin dilde anlamı pek de belli değilken henüz,
zulüm gibi,
hürriyet gibi,
kardeşlik gibi sözlerin,
dövüştü zulme karşı o,
ve istiklal ve hürriyet uğruna
ve milletleri kardeş sofrasına davet ederek,
ve yarin yanağından gayrı her yerde,
her şeyde,
hep beraber,
diyebilmek için,
yürüdü peşince Bedreddin'in
O, tornacı Hasan, köylü Mehmet, öğretmen Ali'dir.
kaya gibi yumruğunun son ustalığı:
922 yılı 9 eylülüdür.
Dedim ya Mister Dalles, ,
Herhalde bütün bunları sizden gizlediler.
ucuzdur vardır illeti.
Hani şaşmayın,
yarın çok pahalıya mal olursa size,
bu 23 sentlik asker,
yani benim fakir, cesur, çalışkan, milletim,
her millet gibi büyük Türk milleti.
(1953) Nazım Hikmet Ran

Hiçbir ülkede bir devletin varlığı ile böyle oynanmasına izin verilmez. Her devlet basiretsiz siyasiler nedeni ile devletin bekasına gelecek tehlikeyi bertaraf edecek tedbiri alır. O ülkelerde siyasileri eleştirebilirsiniz kimse bir şey demez ama devletin bekası ile ilgili en küçük zaafta yakanıza yapışırlar.
Türkiye'de Türk Devleti'ni askerler kurmuştur. T.C. DEVLETİ'ni sadece savaş zamanında değil, beka sorunu yaşandığı zaman da koruma ve kollama görevi Türk Ordusuna verilmiştir.
Asker artık bu görevi yapmayacak olduğuna göre, ülkenin uçuruma gidişini engelleyecek mekanizma ne olacak? Başka devletlerle bağlantılı siyasiler nasıl denetlenecek, nasıl engellenecek?
Türkiye'de ortaya çıkan boşluk ve problem budur? O nedenle birçok insan emekli olduğu halde Anadolu'yu gezip konferanslar veriyor, halkı aydınlatmaya çalışıyor. 


Zahide UÇAR - 28/07/2009 tarihli yazısı

Haziran 26, 2011

Sözcüklerin Anlattığı




Bir ulus kendi içindeki aptal ve hatta muhteris olanlarla baş edebilir.Fakat içersindeki satılmış ve hainlerle yaşayabilmesi olanaksızdır.

Sınırları zorlayan düşman silah ve alemlerini açıkta taşıdığı için daha az tehlikelidir.
Fakat bir hain, hain gibi görünmez, kurbanları ile aynı aksanda konuşur,onların çehresine bürünür ve onların argümanlarını kullanarak ulusun politik yapısına nüfuz eder, bütün kapılardan serbestçe geçer, sesi en üst düzey hükümet koridorlarında duyulur, ulusun ruhunu çürütür.

Politik yapıya her türlü hastalık bulaştırarak yaşam gücünü elinden alır.Bir katil daha az korkuludur.

Marcus Tullius Cicero
(M.Ö.106-M.Ö.43)

Haziran 19, 2011

Tonguç ve Demokrasi

Köy enstitülerinin babası İsmail Hakkı Tonguç’un çok partili demokrasinin ilk zamanlarında yaptığı aşağıdaki tespit, onun ne denli uzak görüşlü olduğunu anlatmaya yeterlidir sanırız:
“Demokrasinin iki çeşidi vardır. Biri zor ve gerçek olanı, öbürü de kolayı, oyun olanı...
Topraksızı topraklandırmadan, işçinin durumunu sağlama bağlamadan, halkı esaslı bir eğitimden geçirmeden olmaz birincisi, köklü değişiklikler ister. Bu zor demokrasidir ama gerçek demokrasidir. İkincisi kâğıt ve sandık demokrasisidir. Okuma yazma bilsin bilmesin; toprağı, işi olsun olmasın, demagojiyle serseme çevrilen halk, bir sandığa elindeki kâğıdı atar. Böylece kendi kendini yönetmiş sayılır. Bu, oyundur, kolaydır. Amerika bu demokrasiyi yayıyor işte. Biz de demokrasinin kolayını seçtik. Çok şeyler göreceğiz daha...”

Melih Aşık'ın 19.06.11 de Milliyet'teki yazısından....   




ilgili yazının linki



Haziran 18, 2011

Şehit Babasından Başbakan'a Mektup


Tam tarihini bulamadığım e-posta olarak gelen eski bir yazı....  kimin yazdığı da tam olarak belli değil....

* * *

Sayın Başbakan,
 
Birbirinden başarılı iki oğul babasısınız. Oğlunuz Burak alnının teriyle genç yaşta gemi aldı. Diğer oğlunuz Bilal, Dünya Bankası’ndaki başarılarıyla stratejik ortağınız Amerikan başkanı Bush'un bile iltifatlarına mazhar oldu. İkisi de pırlanta gibi, Allah bağışlasın.
 
Demem o ki, bir evlat nasıl yetişir, bir baba evladına baktığında nasıl içi titrer, nasıl burnunun direği sızlayarak sever biliyorsunuz...
 
Ama oğlu ertesi gün askerlik kurası çekecek bir baba o geceyi nasıl geçirir, Güneydoğu'yu çeken oğlunu otobüse nasıl bindirir, 15 ay boyunca geceyi gündüze nasıl ekler, saat başı haberlerini nasıl içi içini yiyerek seyreder, telefonda konuştuğunda "Operasyona gidiyoruz, hakkını helal et baba" diyen oğluna ne cevap verir, bilmiyorsunuz.
 
Çünkü dediğim gibi oğullarınızdan biri armatör oldu. Güneydoğu'da deniz yok, Atatürk Barajı da oğlunuzun gemisi için pek küçük kalır, yakışık almaz. Yani Burak güvende. Allah bağışlasın.
 
E diğer oğlunuz Bilal de dediğim gibi Dünya bankası'ndaydı. Şimdi ise Dünya Bankası her nedense sözleşmesini yenilemediği için The Brooking Institution'da. İşi düşünce üretmek olan bu kuruluş da geçenlerde Diyarbakır'ın belediye başkanı Sayın !!!! Osman Baydemir'i ağırlamıştı, hatırlatırım. Yani sözün kısası Bilal de Washington'da, güvende. Allah bağışlasın.
 
O yüzden de "Artık şehit cenazeleri görmek istemiyoruz" diyen bir vatandaşa gönül rahatlığıyla "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir, canım kardeşim" diyebiliyorsunuz.
 
Ben de artık şehit cenazeleri görmek istemeyenlerdenim, bu yüzden ben de sizin "Canım kardeşim" diye hitap edebildiklerinizdenim. Can kardeşliğin verdiği samimiyet hissiyle, olanca içtenliğimle merak ediyorum. 


Sayın Başbakan, 5 ayda verilen 50 şehidin ardından, “Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” dediğiniz için; şehitlere “kelle” dediğiniz için hiç mi utanmıyorsunuz?
 
Bırakın politikaya devam etmeyi, meydanlarda büyük büyük laflar etmeyi; hala nasıl sokağa çıkabiliyorsunuz?
 
Artık neredeyse her gün kalkan cenazelerde o kadar kişi tek bir ağızdan sizi ve bakanlarınızı yuhalarken ne hissediyorsunuz? Yani mesela, “Yan gelip değil, can verip yattılar” diye bağırırken binlerce kişi, "Yer yarılsa da içine girsem" diyebiliyor musunuz?
 
Orada, şehitlerin cenazesinde, Ajan Smith gözlüklerinizle gizlerken yüzünüzü, neye daha çok üzülüyorsunuz? Şehitlere mi, düştüğünüz hale mi?
 
İktidarınızın ilk günlerinde terör sıfırken dört buçuk yılın sonunda gelinen durum nedeniyle hiç mi suçluluk duymuyorsunuz?
 
Şimdi sürekli "şehitlik üzerinden siyaset yapmayın" diyorsunuz ya meydanlarda. Peki, o zaman tam seçim arifesinde niye şehit aileleri ile gazilere TOKİ aracılığıyla kurasız ucuz konut veriyorsunuz? Bu durumda asıl siz şehitler üzerinden siyaset yapmış olmuyor musunuz?
 
Sayın Başbakan, bir baba olarak soruyorum size. Aynaya baktığınızda ne görüyorsunuz? Akşam yastığa başınızı koyduğunuzda uyuyabiliyor musunuz? Kelle deyip geçtiklerinizin ahından korkmuyor musunuz? O mağrur, çocuk bakışlı erler, onların babasız evlatları, anaların ağıtları, babaların "Vatan Sağ olsun" derken titreyen dudakları hiç mi rüyanıza girmiyor?
 
Bir "canım kardeşiniz" olarak olanca samimiyetimle soruyorum. Bu kadar sevilmemek nasıl bir duygu Sayın Başbakan?
 
Ha, bu arada. Bir oğlunuz, Bilal, hani stratejik ortağınız Bush'un iltifatlarına mazhar olan, askere gitmedi. Diğeri, Burak, hani alnının teriyle gemi alan ise çürük raporu almış. Askerlik yapmayacakmış.
 
Ne diyeyim. Bilal de, Burak da pırlanta gibi çocuklar.
Allah bağışlasın.

Haziran 17, 2011

Sözcüklerin Anlattığı




Eğer hiçbir şeyin değişmeyeceğini düşünüyorsam,
ben bir ''SAFIM''.
Eğer düşünmek istemiyorsam bir ''KORKAK''…
Ve eğer hiçbir şeyin değişmemesinin benim çıkarıma olacağını düşünüyorsam ''ALÇAK''...

( 1968 Baharı, Paris duvarlarına yazılan yazı )

Haziran 16, 2011

"Kutsal tabular"la perdelenen yüzeysellik, şarlatanlık, meraksızlık


-Kimliğinizi açıklamanız gerekse nasıl açıklardınız?
- Türküm-Müslümanım, diyerek.
- Bir mesleğiniz yok mu?
- İletişim.
- Bilgisayar uzmanı, yahut elektronik mühendisi misiniz?
- Yok, hayır.
- Geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?
- İş arıyorum.
- En belirgin özelliğinizin ne olduğu sorulsa, ne derdiniz?
- Vatan sevgisi...
---
Sultanahmet Meydanı'ndaki anıtlarla şahyapıtların tarihlerini hiç merak ettiniz mi?
- Nasıl yani?
- Örneğin Dikilitaş'ın kaç tarihinde getirildiğini ve getirildiği tarihte kaç yaşında olduğunu?
- Yok, hayır...
- Ayasofya'nın kaç tarihinde bugünkü görünümüyle inşa edildiğini ve mimarlarını?
- Yok, hayır...
- Sultanahmet Camii'nin mimarını ve ibadete açılış tarihini?
- Yok, hayır...
- III. Ahmet Çeşmesi'nin üstünde ne yazdığını?
- Yok, hayır...
- Peki, Eminönü'ndeki Yenicami'nin mimarını biliyor musunuz?
- Yok, hayır...
---
- Sizce vatan sevgisinin kanıtı nedir?
- İç ve dış düşmanlara karşı koymak.
- Büyükbabalarınızla, büyükannelerinizin en sevdiği Türk yazarlarının kimler olduğunu biliyor musunuz?
- Yok, hayır...
- Divan edebiyatıyla hiç ilgilendiğiniz oldu mu?
- Yok, hayır...
- Tanzimat şairleriyle yazarlarının telif hakkı olarak ne kazanmış olduklarını hiç araştırdınız mı?
- Yok, hayır...
- Makbule Hanım'ın mezarına hiç gittiniz mi?
- Yok, hayır...
---
- Kaç padişahtan kaçının devrilmiş olduğunu biliyor musunuz?
- Yok, hayır...
- İlk ve son idam edilmiş sadrazamların kimler olduğunu biliyor musunuz?
- Yok, hayır...
- Türkiye'nin "yaşam kalitesi" açısından, Yunanistan'ın kaç basamak altına düştüğünü biliyor musunuz?
- Yok, hayır...
- Taksim'deki "Bağımsızlık Heykeli"nin heykeltıraşını biliyor musunuz?
- Yok, hayır...
- En sevdiğiniz şair kim?
- Namık Kemal ile Mehmet Akif.
- Her ikisinin de nerede askerlik yaptığını biliyor musunuz?
- Yok, hayır...
- 2007 bütçe yasa tasarısında, dış borç faizleri için ayrılan payın, bütçenin yüzde kaçını oluşturduğunu biliyor musunuz?
- Yok, hayır...
---
- Siz bana bir soru sormak isteseydiniz, ne sorardınız?
- Vatan sevmekle, sorduğunuz soruların ne ilgisi olduğunu sorardım.
- Sizce hiçbir ilgisi yok mu?
- Yok.
---
- Vatan sevgisi bir meslek olmadığına göre, insan önce mesleğini mi sevmeli, yoksa vatanını mı?
- Elbet vatanını...
- İnsanlar mesleklerini, evrensel bir kalitede gerçekleştirmek özeniyle bütünleşmiş olsalar; ayrıca bir de "vatan aşkı" gibi kutsallaştırılmış bir tabunun arkasına sığınmak zorunda mı kalırlar ve geçimlerini nasıl sağladıklarını daha rahat şeffaflaştıramazlar mıydı?
- Ne dediğinizi pek anlayamadım; yani şey, evet ama yani...
- Gitgide daha da keskinleşeceğe benzeyen çalkantılı bir dönemde karşılaşacağınız zorluklar; Sarıyer'le, Beykoz'daki sel baskınlarında perişanlığa uğramış vatandaşlar gibi, "vatan aşkı"nın, ne bir İstanbul depremine, ne de bebek ölümlerinde dünya şampiyonu olmaktan kurtulmaya bir çare yaratmadığını kanıtlayabilir size. Yalnız durun, işşiz de olduğunuza göre, hiç siyasete atılmayı düşünüyor musunuz?
- Neden olmasın; kurtarmak gerek vatanı...
- İyi şanslar...


Çetin Altan - 03 Kasım 2006 Cuma, Milliyet Gazetesi

Haziran 06, 2011

Ahmet Hakan'dan AKP Seçmen Tabanı Yorum


Ahmet Hakan, Hürriyet’teki 29 Ekim 2010 tarihli yazısında AKP’nin seçmen tabanını yorumlarken, “Daha az eğitimli ve daha az şehirli muhafazakâr kitlenin siyaseti algılayış biçimi, Erdoğan’a müthiş bir fayda sağlamaktadır. (..) Erdoğan, itaat kültüründen gelen, daha az irdeleyen ve sorgulayan yığınları arkasına almış olmanın balını yemektedir” diyor… Fazla söze gerek yok, sanıyorum.

Mayıs 25, 2011

İş giderek çığrından çıkıyor...


İş verdiğimiz, maaşını ödediğimiz, kendileri ve makamları için değil, resmen (kanunla belli) bizim için orada olan adamların bize yaptıklarına bakın...
Değil milletvekili ne başbakanın ne cumhurbaşkanını n ne de başka bir devlet görevlisinin, herhangi bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını aşağılama, bağırma, tutuklatma hakkı yoktur...
Aksine vatandaşın bu devlet görevlilerini her zaman eleştirme, protesto etme yani yaptıkları işi beğenmeme ve bunu belirtme hakkı vardır...
Çünkü neticede bunların yaptıkları bir iş...
İşveren sensin, biziz...
Yaptığı işi beğenmediğini söylemek en tabii hakkımız...
Bırak söylemeyi protesto etmeyi, kaşının üstünde gözün vardı, tam o sırada da başbakan oradan geçiyordu diye insanları gözaltına almaya başladılar...
Mesela...
Yarının vergi vererek bu ülkeyi ayakta tutacak insanları...
Gençler, üniversite öğrencileri...
Üniversite harçlarını protesto ediyorlar...
En doğal hakları değil mi?
Annesi babası yıllardır devlete eşek yüküyle vergi ödemiş gençlerin, eğitimin eşit ve parasız olmasını istemeleri en doğal hakları değil mi?
Bunu istemeyene garip gözle bakmak değil mi normal olanı?
Peki bunu söyleyince ne oluyor o gençlere?
Önce İzmir'de, sonra İstanbul'da.. .
Harçları protesto eden gençlere dayak, biber gazı, tekme, cop...
Niye?
Parasız üniversite istediler diye?
Peki bunu değil de mesela imam hatip mezunu olup katsayı protestosu yapınca ne oluyor bu gençlere?
Hiç...
Ya da Topkapı Sarayı'nın önünde naralar atıp, afiş parçalayıp, bir konser izlemeye gelenleri linç etmek için Gülhane'ye doğru koşarken?
Yine hiç...
Başbakan yanlarından konvoyla geçerken konser izleyen ve metalci hareketi yapan gençlere ne oluyor mesela?
Önce başbakanın korumaları, sonra karakol polisleri gözaltına alıyor onları...
21 saat sorgu, nezaret, savcılık...
Ne hakla?
Hangi kanunla...
Başbakana saygısızlıkmış...
Diyelim ki o el hareketini başbakana yaptılar?
Ne yazar?
Başbakan memur değil mi?
Devlet için, dolayısıyla millet için yani o çocuklar için çalışmıyor mu?
Kutsal mı?
Bu kadar mı dokunulamaz, hakkında konuşulamaz?
Bu kadar mı kendini kaybetmiş Başbakan ve yanında dolaşan korumalar, devlet güçleri?
Erzurum'da bir karı koca...
Çocukları onların söylediğine göre hastane görevlilerinin ihmali yüzünden 2007'de ölmüş...
Kimse ilgilenmemiş. ..
Adalet işlememiş...
Mektup yazmışlar, Erzurum'a gelen Cumhurbaşkanı' na verecekler.. .
Öyle aniden yola fırlama, cumhurbaşkanını n önüne atlama falan yok...
Durumu gidip tören alanındaki polise anlatıp yardım istiyorlar.. .
Polis ne yapıyor?
Gözaltına alıp karakola götürüyor...
Cumhurbaşkanı Erzurum'dan ayrılana kadar bırakmıyor...
Ne için?
Cumhurbaşkanı rahatsız olmasın diye mi?
Beyefendinin itibarı zarar görmesin diye mi?
O bir devlet görevlisi değil mi?
Devletin varlığının sebebi vatandaşa hizmet değil mi?
Cumhurbaşkanı bir devlet memuru değil mi?
Çocuklarının ölümünün soruşturulması nı isteyen sade vatandaş derdini bir devlet memuruna anlatamayacak mı?
Artık işin suyu çıktı...
Devlet niye var, devlette çalışanın asıl amacı ne iyice karıştı...
Kendini kaybetmiş, eleştiriye tahammülü olmayan, kendini hizmetinde olduğu vatandaştan üstün gören adamların yönettiği bir ülke olduk...
Bu tür adamları seçip, size saygılı davrananları alaşağı eden siz olduğunuza göre bence hiç şikayet etmeyin...
Daha başınıza gelecek çok şey var.
Gün gelecek...
Başınızı kaldırdınız diye bile hemen tepenize vuracaklar.. .
İş oraya doğru gidiyor... 

Nihat Sırdar 27 Temmuz 2009

Mayıs 15, 2011

Bu ülkeyi tanıdınız mı?


* Bu ülkede ezan okunurken mutlaka durup dinlersiniz. Zira hiçbir minarede sonuna kadar açılmış, yarısı da patlak hoparlörler yoktur. Müezzin şerefeye kadar zahmet edip çıkar ve oradan okur. Ve gerçekten çok güzel okur, herkes te onu dinler.                                                                                                              
* Caminin 5-10 metre ilerisinde ki bir kaffede ya da barda istediğiniz alkollü içkiyi içebilirsiniz. Kimse, "olmaz, burası camiye 100 metreden yakın, ruhsat verilmez!" falan demez.
 
* Kadınlar yasalar önünde gerçekten birinci sınıf vatandaştır. Mirasta kız çocukları daha önde tutulur. Kadın istemediği sürece boşanmak çok zordur. veee en çarpıcı fark ta şudur: Bir kadına arabanızla çarpıp yaralarsanız alacağınız ceza, erkeği yaraladığınız zaman alacağınız cezadan yaklaşık % 50 daha fazladır. 
       
* Çöldeki bedevi bile ana dili gibi Fransızca konuşur.      
                
* Kanun ve kurallara uyulur: çölde LandRover la bizi safariye götüren şoför, dümdüz ve kaymak gibi bir asfalt yolda günlerce, saatte 60 km. hızın üstüne çıkmayarak beni deli etmişti.   
                                    
* Ne tarihi dokuları, ne de cennet gibi bir doğaları var. Aslında, yılan, akrep ve çölden başka hiçbir şeyleri yok. Ama Şubat'ta da Mayıs ayında da, her taraf turist kaynıyor. 
                                 
* Etrafta bir tane bile maganda göremezsiniz.                               
 
* Zeytin ağacı ve zeytin üretimi neredeyse bizim kadardır. Ülke büyüklüğü  bizimkinin BEŞTE BİRİ kadardır. Nüfus ta yaklaşık SEKİZDE BİRİ !!!                   
                                                                            
                                                                            
 BU ÜLKEYİ TANIYOR MUSUNUZ?     
                                           
 1- Halkı % 100 Müslüman.                                                   
 2- Cumhurbaşkanını halk, başbakanı parlamento seçiyor.                     
 3- Nüfusu 9 milyon. Ülkede 35 üniversite, 80 kolej var. Her branşta eğitim  veriyorlar.  İlkokul birinci sınıftan, master veya doktoraya kadar tüm eğitim ücretsiz.   
 4- Aile planlaması yasası, 1956 yılında hazırlanmış.                       
 5- Bu yasa gereğince her aile 3'ten fazla çocuk yapamıyor.                 
 6- Resmi nikah, tek geçerli aile sistemi. İmam nikâhlı ikinci eş yasalarla  yasaklanmış.    
 7- Ülke, çevre değerlerini yasalarla kabul ettiğinden her yer tertemiz. Çünkü çevreyi  kirletenler hapis cezası ile cezalandırılıyor.              
 8- Ülkede fakir yok.                                                       
 9- 800 gr ekmeğin fiyatı 30 Kr.                                            
10- Bir kg dana bifteği 13 TL. 
11- Bu ziraat ülkesinin ihracat malları zeytinyağı, tahıllar, portakal, limon, ton balığı.    
12- İthalat çok yüksek vergilere tabi.                                      
13- Türban resmi daireler ve eğitim kurumlarında yasak ancak sosyal yaşamda serbest. 
14- Her vatandaş, devletin tüm kurumlarına ve çalışanlarına büyük saygı duyuyor. 
15- Turisti mutlu etmek için, golf sahaları, buz pateni salonları, turistik otelleri ve casino'ları mevcut.
16- Yılda bir kez ağaç festivali düzenleniyor. Her vatandaş bu festival sırasında bir ağaç  dikiyor. 
17- Yılda bir kez dağa tırmanma festivali düzenleniyor. Hemen hemen her ülkeden bu ülkedeki boynuz dağına tırmanmak için turistler akın ediyor.  
18- Ülkede 60 milyon zeytin, 3.5 milyon portakal ve 800 bin adet limon ağacı var.  
19- Kadınlar, yüksek tahsilli ve işgücünde yerlerini almışlar.              
20- Din ve devlet işleri tamamen birbirinden ayrı. Tam bir laiklik abidesidir.   
21- Başkentin ana caddesinde kocaman posterde, bir kadın polisin 3 çocuklu bir hanımı trafikte yönlendirişi gözüküyor. 
22- Bu posterin altında şöyle yazıyor: ''Ülkemizdeki işkadınları, sokak düzenimizi sağlamakta baş etkendir." 
23- Her öğrencinin birinci lisanı Arapça, ikinci mecburi lisanı Fransızca. Bunun haricinde, isteyenlere 5 yıl İngilizce eğitimi veriliyor. 
24- Ülkenin dış borç gibi bir derdi yok.                                    
25- Her taraf çiçek, çimen ve ağaçlarla süslenmiş. Bunları koparan, yolan, sertifikasız ağaç budayan herkese hapis cezası veriliyor. 
26- Yan sokaktan gelen araba olmadığından emin olan taksi şoförleri bile STOP yazılı levhada mutlaka duruyorlar. 
27- Sokaklarda gezen bir tek başıboş kedi veya köpek yok. 
28- Bir şoförün aylığı 400 dolar. Bunun dörtte birini kiraya veriyor. Ayrıca gelirinin en az % 12'si vergi ve sigortaya gidiyor; eşi de çalışıyor.                               
29- Buranın insanları ülkeleriyle gurur duyduklarını söylüyorlar.           
30- Toplu taşıma tramvay, tren, dolmuş, otobüs, taksi ve feribotlarla  yapılıyor.                
31- Emeklilik yaşı 60 olarak belirlenmiş. Her vatandaş vergisini vermekle  gurur duyuyor.
32- 60 bin kişilik üstü kapalı futbol stadyumları var.                      
33- Devlette hortumculuk varsa bile, şimdiye kadar hiç duyulmamış ve görülmemiş.            
34- İthalattan çok yerli üretime önem veriliyor.                            
35- Kentlerdeki duvarlarda sanatçıların yaptığı, bizde bazı çevrelerin ''müstehcen'' bulma ihtimali olan kadın resimleri yer alıyor.   
36- Art deko tarzı süslü mimariyi yansıtan eski binalar çok iyi korunmuş durumda.  
37- Siyasette 4 parti var. Bu yıl yapılacak başkanlık seçimine 2 aday katılacak. Hükümette 24 bakan var.                        
38- Hafta sonu tatili cumartesi ve pazar günleri olarak kabul edilmiş.             
39- "Bizim paramız dış ülkelerde geçerli olmadıkça kendimizi yeterince kalkınmış  hissetmeyiz" diyorlar. 
40- Halk sürekli çalışıyor ve üretiyor. Lüks ve ihtiras peşinde olan yok. Kazanç ''eşitlikçi'' bir biçimde paylaşılıyor. Bu apaçık belli oluyor.     
 
Bu ülkenin adı TUNUS!
Hani örnek aranıyor ya? Türkiye, Mısır falan deniyor ya? 
Neden kimsenin aklına Tunus gelmiyor.                                  
Tunus'un efsanevi lideri Habib Burgiba ise 
tam bir ATATÜRK hayranıdır; bilir misiniz? 

 

-- Küçük hırsız El feneri,
Büyük hırsız Deniz feneri kullanır
Ancak Her ikisinin de çalışması için
Ampul gerekir!